18.12.2011

Futbol , Konuşmamız Lazım


Maç öncesi basının da yardımıyla Fenerbahçe taraftarları provoke edildi. Herkesin dilinde "intikam" sözcükleri vardı. Trabzonspor'un alakası olmadığı konularda Trabzonspor'a tepki veren ve asıl tepki vermesi gereken insanları kahraman ilan eden Fenerbahçe taraftarının desteğiyle maçı 1-0 kazanan Fenerbahçe oldu.

Maç hakkında teknik bir analiz yapmaya bile gerek yok. Topa daha çok sahip olan ama son paslar ve son vuruşlarda inanılmaz beceriksiz olan bir Trabzonspor ile evinde olmasının avantajını iyi kullanan bir Fenerbahçe vardı. Maçın büyük bölümünde baskı kurmayı başaran Trabzonspor'un son 35 dakikayı 10 kişi oynamasına rağmen baskısına devam edebilmesini de tebrik etmek lazım. Bu yüzden maçın skoruna kimsenin itiraz edebileceğini düşünmüyorum.

Benim değinmek istediğim 4 konu var ;


1- Cüneyt Çakır : İlk kez Cüneyt Çakır'ın bu kadar bariz hatalar yaptığını gördüm. Maçın genelinde iyi olsa bile Gökhan Gönül'e ikinci sarı kartı çıkarmamakla büyük bir hata yaptı. Bu hatasını Aykut'a 2. sarı kartı verirken perçinledi.

2
- Selçuk Şahin'in sedyesi : Selçuk Şahin 90. dakikada sakatlanıp oyundan çıkmak istedi. Sedyeyle oyundan çıkarken görüntülendikten 1 dakika sonra Fenerbahçe kalesinin önünden geçtiğini gördük. İlginç bir andı.

3- Provokasyon : Bir kısım Fenerbahçe'li futbolcu maçın büyük bölümünde provokasyonda bulundu. Özellikle faul pozisyonlarında abartılı tepkiler , rakibin faul kazandığı pozisyonlarda ise gösterilen tutum sebebiyle zaten gergin olan taraftarı iyice tepkiye sürüklemiş oldular.
Bu tip konularda futbolcular böyle davranırsa deplasman maçları her takım için çileye dönüşür , dönüşmesin.

4
- Mehmet Topuz : Trabzonspor'lu Aykut'un ikinci sarı karttan atıldığı pozisyondan sonra Gökhan Gönül hakeme gidip "faul yoktu hocam" itirafında bulunurken onu formasından çekerek susmasını söyleyen de golü atan da kendisiydi. Sahalarda görmek istediğimiz şeylerden birisini yaptı , diğerini yapamadı. Haberin linki aşağıda ;

http://spor.milliyet.com.tr/gonul-leri-fethetti-/spor/spordetay/18.12.2011/1477333/default.htm




Maç sonunda bence ikinci bir anons skandalı daha yaşandı. Galibiyeti kendi marşlarıyla kutlaması gerekirken hoparlörlerden "Hayde" parçası yükseldi. Büyük takım sıfatının rakibe saygı duyarak kazanıldığını unutanlar yaptıkları saygısızlıkla sınıfta kaldı , Fenerbahçe ise 16. haftayı 2. olarak bitirdi.

Gol Atmanın Formülü : Mourinho


Düne kadar Sevilla ligde 15 maçı geride bırakmıştı.

Bu 15 maçın 8 tanesini evinde oynayıp 8 gol yemişti. Kaba bir hesapla maç başına 1 gol eder. Deplasmanda oynadığı 7 maçta ise kalesinde sadece 3 gol görmüştü. Bu istatistiğe Barcelona deplasmanında aldığı 0-0 neticesi de dahil.


Dün Real Madrid'i konuk ettiklerinde otoriteler maçın gollü geçeceğini iddia ediyordu. Real Madrid 41'e kadar 3 gol sığdırdı , 44'e Pepe'nin dirseği sıkışınca 10 kişi kaldı.

Buraları hızlıca geçiyorum. Sevilla durumu 1-4 yaptığında dakikalar 68 olmuştu ve maçın kalanının durgun geçeceği düşünülüyordu. 74'te Sevilla kırmızı kart gördü ve oyuncu sayıları eşitlendi. 86. dakikada skor 1-4 olarak devam ederken maç bittiğinde tabelada 2-6 yazıyordu.

8 maçta kalesinde 8 gol gören Sevilla'ya bir maçta 6 gol atan takımın teknik direktörü Mourinho. Takımı ilk yarının sonlarında 10 kişi kalırken o yine gole hızlı ulaşmanın formülünü elinde tutuyordu. Elbette saygıyı da hak ediyor.


Not : Sevilla evinde Real Madrid'e geçen sene de aynı skorla mağlup olurken Mourinho yine oradaydı.

14.12.2011

Öfkeli Emre


Fatih Terim'in 16 yaşında bir çocuğa güvenip sahaya sürdüğü zamanlarda sadece Türkiye'de değil dünyanın hiçbir yerinde sık görülen bir hareket değildi bu. Zeytinburnu altyapısından Galatasaray'a geçişi ve Fatih Terim'in kontrolü , Hagi'nin gözetimi altında forma şansı bulmaya başladığında Galatasaray adım adım hedefine doğru ilerliyordu.

İyi giden takımlarda oynamak hep kolay olmuştur. Özellikle genç futbolcular için en önemli şans takımının iyi oynaması ve yükü kaldırabilecek oyunculara sahip olmasıdır. O dönem Galatasaray'ın oynadığı futbol ve Hagi'nin etkinliği hakkında konuşmaya gerek yok sanırım.

İşte böyle bir dönemde forma bulmaya başlayan Emre Belözoğlu , geçen 4 yılın ardından Galatasaray'la Türk futbol tarihinin en büyük başarısını yaşadığı sıralarda 20 yaşındaydı. Kimileri için ilahi adalet , kimileri için şanssızlık. Galatasaray , Uefa Kupası yarı final ikinci maçında Leeds United'ı elerken Emre kırmızı kart görüyordu.
Hikayenin bundan sonrasında 1 sezon daha Galatasaray forması giyen Emre Belözoğlu , Okan Buruk'u da alıp Inter'in yolunu tutuyordu.

O dönem İtalyan medyasının en "Eyvah Türk'ler !" zamanı ; Hakan Şükür Inter'den yeni gönderilmiş , Ümit Davala Milan'a transfer olmuş ve Emre & Okan Inter'de. Fakat bu transferlerin en çok konuşulan kısmı Emre ve Okan'ın Galatasaray'a bonservis kazandırmadan gitmiş olmaları.

Inter kariyeri sıradan geçti Emre'nin. Zaman içinde futbolun daha defansif tarafına yönelirken , Milano derbileri esnasında Gattuso'yu örnek almış olacak ki giderek hırçınlaşmaya başladı. Inter sonrası Newcastle United'la sözleşme imzalayıp kariyerinin belkide son güzel günleri yaşamaya başladı.

2007 yılında Milli maç esnasında sadece protokol tribünlerine hareket çekmedi , Türk medyasının tepkisini de çekmiş oldu. Inter kariyerinden başlayarak 2008 yılına kadar Türkiye'ye döneceği yazılıp çizilirken 2006 başlıklı olduğunu hatırladığım bir haberde şu sözleri söylediği de yazıldı ; "Türkiye'de Galatasaray'dan başka takımda oynamam !"

Bütün geçmişinin altını çizen bu sözlerden sonra 2008 yılında neredeyse transfer haberi bile çıkmadan Fenerbahçe ile anlaştı.

Aragones elinde 2008 Avrupa Şampiyonluğu kupasıyla girdiği Fenerbahçe'de çok kötü bir sezon geçirirken Emre yeni takımına alışma sürecini hızla atlattı. Özellikle Galatasaray hakkında söyledikleri ve saha içindeki hırçın futbolu kendisi için olumlu dönüşü olan şeylerdi.

Fakat işler giderek tersine dönmeye başladı. Önce saha içindeki hırçınlığı rakip takım ve hatta kendi taraftarlarından tepki çekmeye başladı , ardından TSL 2010-2011 sezonu biterken hakkında bazı şeyler söylenmeye başladı. Asıl etki ise 2011 yazında patlayan şike soruşturması ile oldu.

Süreç boyunca giderek artan öfkesi sahaya da yansıdı. Önceleri rakip takım oyuncularıyla boğuşurken en sonunda takım arkadaşlarıyla da kavga etmeye başladı. Fenerbahçe'nin evinde oynadığı Eskişehirspor maçında yaşanan bir pozisyon sonrası Gökhan Gönül'e aşırı tepki gösterindiğinde Gökhan Gönül dahil kimse ne olduğunu anlamamıştı.

Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi evinde 3-1 mağlup ettiği maçta ilk 11 başladığı maçın ikinci yarısını göremedi. Söylentilere göre bu kararından ötürü Aykut Kocaman'la tartıştı. Artık bardak iyice dolmuştu.

Şike soruşturmasında 8 kişinin tahliye olduğu gün babası kadar sevdiğini söylediği Aziz Yıldırım o isimlerin içide yoktu. Fenerbahçe Bursaspor'u 0-2 mağlup ederken maç sonunda Emre tekrardan hocasıyla tartışınca bardak taştı , Emre kadro dışı kaldı.


Bazı Fenerbahçe yöneticilerinin Emre'yi kaybetmek istemediği , bazılarının ise Aykut Kocaman'a destek verdiği söyleniyor. Ne olursa olsun sonuç değişmiyor ; Emre Öfkeli.

12.12.2011

Şike Düşürülsün !


( İlk başta uzun bir yazı yazdım fakat şu altta yazdığım ilk iki paragraftan sonra bütün yazdıklarımı silerek neticeye geldim. Bulunduğumuz süreci ifade etmek için yeterli olduğunu düşünüyorum )


Geçen gün yayınlanan bir haberde ; iddianamede adı geçen kulüplerin başkanlarının toplandığı ve mevcut şike yasasının 58. maddesinin değiştirilmesi için uygulamaya geçeceklerinden bahsedildi. Bunun anlamı şu ; "Şike yapan takımlar küme düşürülmeyecek !"

Herkes uzun süredir duyduğu "marka değeri" , "Türkiye'nin uluslararası prestiji" ve "adalet" söylemlerini unutsun. Artık çoğu kulüp başkanları tarafından da resmen dile getirildiği üzere şike yapmak yarı serbest. Peki diğer yarısı nedir ?

Örneğin Fenerbahçe'nin şike yaptığı kanun önünde kabul edilirse kazandığı şampiyonluk ne olacaktır ? Bu sezon oynadığı maçlar ne olacak ? Hepsini geçtim , bundan sonrası için hangi kulüp şike yapmaktan çekinecektir ?
Bizim şikeye cezadan anladığımızla İtalya'nın anladığı arasındaki fark bile iki ülke arasındaki futbol geçmişini özetler nitelelikte. Oysa bizim bu olaydan bile aldığımız sonuç "Juventus'un İtalya Futbol Federasyonu'na açtığı tazminat davası"

Bir yanda şike yaptığı sezon kazandığı şampiyonluk elinden alınan ve küme düşürülen Juventus , diğer yanda iddianamede şike yaptığı açıkça yazılı olan fakat karşılığında futbolun büyükleri tarafından "yasa değiştirilsin" diyerek desteklenen 7 Kulüp.


Umarım ülke olarak UEFA'nın yaptırımlarını konuşacağımız günler görmeyiz.

11.12.2011

Trabzonspor - Galatasaray : Eski Trabzonspor'lu Futbolcular


Maç öncesi konuşulan kadrolara baktığımızda Baros'un ilk 11'de olmayacağı söylenmişti. Hafta arası Fenerbahçe maçında 4-4-2 günlerine geri dönen Galatasaray'ın , Elmander ve Baros ikilisiyle çift santrafor performansı açıkça görünüyordu.

Maçın ilk 30 dakikasını izleyemedim fakat geri kalan 1 saatlik sürede muhteşem bir Galasataray izledik. Gün geçtikçe artan performansına bir yenisini daha ekleyen Galatasaray maçı da rahat kazandı ; 0-3


İlginç istatistikler şu şekilde ;


* Top kaybı / Top çalma sayıları 64. dakika itibariyle : iki takımın da 42-20 ,

* 65. dakikada korner sayıları eşitti ; 4-4 ,

* Dakikalar 70'i gösterirken Trabzonspor'un 15/6 , Galatasaray'ın 12/0 ceza sahasına orta isabeti vardı ,

* 75. dakika sonunda Galatasaray topla oynamada Trabzonspor'a %60 - %40 üstünlük sağlamıştı ,

* Galatasaray'ın 51. dakikada 220 , 75. dakikada 400 ve 89. dakikada 501 başarılı pası bulunurken Trabzonspor aynı dakikalarda yaptığı başarılı pas sayısı 165 , 215 ve 250 ,

* 70. ve 80. dakikalar arasında Galatasaray'ın topla oynamada Trabzonspor'a %78 - %22 gibi bir üstünlüğü bulunuyordu ,



Bütün bunları yazma sebebim Galatasaray'ın gösterdiği gelişim. Trabzonspor'un hafta içinde Şampiyonlar Ligi'nden şanssız elenişinin moral bozukluğu ve yorgunluğu sebebiyle maçı kaldıramayacağı zaten beklenen bir sonuçtu , bu yüzden Trabzonspor'a yüklenmek haksızlık olur. Üstelik maçın hakemi Kuddusi Müftüoğlu'nun tarafı tarafsız herkesin tepkisini çeken kırmızı kartı da varken ;


54. dakikada Müftüoğlu inanılmaz bir karar vererek Zokora'yı oyundan attı. Elbette hakemler hata yapacaktır fakat bir hakemin kırmızı kart olduğunu iddia edebileceği hiçbir görüntünün olmadığı bir yerde tereddütsüz kırmızı kart göstermesi gerçekten affedilir şey değil.

Elbette buna bağlı olarak Galatasaray'ın zaten 0-2 önde oluşu ve oyunu istediği tempoda sürdürdüğü gerçeğini görmezden gelemeyiz. Tabi bu karar sonunda oyundan düşen Trabzonspor ve Fenerbahçe maçının yorgunluğunu hisseden Galatasaray'ın da tempoyu iyice düşürmesiyle maçın geri kalan 35 dakikalık bölümü golf maçı gibi geçti. Zaten yukarıda verdiğim istatistikler de Galatasaray'ın pas yüzdesindeki artışı ve oyunun temposunu belli ediyor.


Maça Celustka yerine Serkan'ın geride başlatarak Henrique'yi ileride oynatan ve Alanzinho'yu yedek başlatan Şenol Güneş'in defansif önlemler almış oldu. Halil'i Burak'ın arkasında oynatarak ve Colman'ı geri çekerek arkaya atılacak toplarla gol bulmak istedi. Burada Semih Kaya ve Ujfalusi'nin başarılı performansını tebrik etmek lazım. Maç boyunca neredeyse kusursuz oynadılar ve kademeyi Eboue ile birlikte inanılmaz tamamladılar.

Maç öncesi benim oyunu değiştireceğine inandığım isim Elmander'di. Yine rakibi zorladı , pres yaptı ve golünü de attı. Giderek artan performansı gerçektende tebrik edilmesi gereken cinsten.


Eski Trabzonspor'lu Futbolcular


Maça damgasına vuran 3 olay vardı ;

Birincisi , Galatasaray'a transfer olan 3 Trabzonspor'lu futbolcudan ikisinin gol atmasıydı. Selçuk harika bir frikik golüyle Galatasaray'ın yıllar süren frikik golü hasretine son verdi.
Oyuna 86. dakikada dahil olan Ceyhun Gülselam ise enteresna bir golle maçı tamamladı.

Üstelik Trabzonspor seyircisinin ıslıklamadığı tek eski Trabzonspor futbolcusu olarak.

İkincisi ; Trabzonspor taraftarının sahaya attığı yabancı maddelerden birisinin kendi kalecileri Tolga Zengin'e isabet etmesiydi. Abartmıyorum , gözü bile çıkabilirdi. Artık sahalarımızda bu gereksiz agresifliğin olmamasını diliyorum. Zira maç içinde hiçbir gerginlik bile olmamışken.

Üçüncüsü ; Kuddusi Müftüoğlu'nun gereksiz bir kırmızı kartla maçı adeta doğramasıydı. İyi kötü temposu olan bir maçı haksız bir kırmızı kartla adeta bitirdi.


Bunların yanında Tolga Zengin'in hakkını vermek lazım. 3 gol yemiş olsa bile yine önemli kurtarışlara imza attı , aksayan ve özellikle 65 - 75 arası adeta yok olan defansını tek başına kurtardı.



Maç sonunda Galatasaray 31 puana yükselirken , Trabzonspor maç eksiğiyle birlikte 21 puanda kaldı.

Trabzonspor - Galatasaray




Hafta içi oynanan Fenerbahçe maçı öncesi "Galatasaray'ın en zor derbisi hangisi olur ?" diye sorsalar düşünmeden Trabzonspor maçı derdim.

Geride kalan 13 maç sonunda 21 puan toplayan Trabzonspor'un 21 , 15 maç oynayan Galatasaray'ın 28 puanı var. Puan durumu kimseyi yanıltmasın çünkü Trabzonspor ligin en etkili takımların birisi.

Sezon başlarken geçen sezonun en akıcı futbolunu oynayan Trabzonspor , Selçuk İnan , Egemen Korkmaz , Engin Baytar ve Ceyhun Gülselam gibi isimlerini elinde tutamadı. Üstelik bu oyuncuların üçü Galatasaray'a gitti. Buna rağmen orta saha ve özellikle defans kurgusunu yerine oturtan Trabzonspor , yaz dönemine damgasını vuran şike operasyonu sonunda Fenerbahçe'nin yerine Şampiyonlar Ligi yolunu tutan takım oldu.

Hafta içinde Galatasaray dev derbide Fenerbahçe ile karşılaşıp maçı 3-1 kazandığı sırada Trabzonspor'lu oyuncular Lille maçına çıkmak üzereydi. İstediği sonucu alıp sahadan beraberlikle ayrılan Trabzonspor'u Inter yaktı ve temsilcimiz Avrupa Ligi'ne katılmaya hak kazandı.

Bu süreç içinde avrupa tecrübesi düşük bir ekiple güzel bir iş çıkaran Trabzonspor , aynı anda ligi kaldıramadı. Kaldıramadı diyorum çünkü bu sezon TSL'de hafta içi de maçlar oynanması sonucunda oluşan ağır tempo en çok Trabzonspor'un canını yaktı. Buna rağmen zirve yarışandan kopmamış olması Trabzonspor için önemli.

Muhtemel Kadrolar


Galatasaray :



Trabzonspor :




Muhtemel 11'lere bakıldığı zaman Galatasaray'da harika bir Fenerbahçe maçı çıkaran Baros'un olmaması Sarı-Kırmızılı ekip için büyük bir handikap gibi duruyor. 4-4-2 sisteminde başarıyı bulan ekip Trabzonspor maçına orta sahayı kalabalık tutarak oyunu kontrol etmek isteyecek.

Trabzsonspor ise kendi oyunundan ödün vermeden çift forvetle sahaya çıkıyor. Semih Kaya ve Eboue'nin son maçlardaki performansına bakınca benim dikkat çekmek istediğim iki önemli Trabzonspor oyuncusu var ; Alanzinho ve Burak.


Sol bölgede Riera ısrarına devam etmeyen Fatih Terim , Hakan Balta'nın da zaten formsuz olan görüntüsünü iyice bozmamış olacak. Trabzonspor'un arkaya atılan toplarda Burak'la gol araması ve Halil'in Burak'a alan yaratması gibi varyasyonlar Trabzonspor'un en önemli opsiyonlarından birisi.


Galatasaray cephesinden bakacak olursak , uzun bir aradan sonra kazanılmış bir Fenerbahçe derbisi moralleri olumlu etkileyecektir. Bunun dışında Elmander'i Glowacki'nin marke edeceğini düşünmekle birlikte o bölgede özellikle Giray'ı hataya zorlayabileceğini düşünüyorum. Bu noktada Baros'a olan ihtiyaç artacaktır.



+90 Sonunda

Sonucu kestirmek güç olsa bile gol sayısının yüksek olabileceğine inandığım bu maçta Galatasaray'ın kazanmaya yakın olan ekip olduğunu söyleyebilirim. Bir başka ihtimal ise gollü beraberlik.



Güzel bir maç olsun.

10.12.2011

El Clasico Kaybedeni : 4 Portekiz Vatandaşı




Bir El Clasico daha geride kalırken Real Madrid son yılların geleneğini bozmayarak mağlup oluyor ve aradaki puan farkını Barcelona'nın maç fazlasıyla beraber eşitlemesine olanak veriyordu.

Sahne 1 : Erken Gol Avantajdır

Maç öncesi söylentilerde ve hatta benim de yazdığım yazıda Mesut'un yedek başlayacağı konusu dikkat çekiyordu. Bu taktiksel değişiklik Mourinho'nun tarzına en uygun ve maç temposuna en yatkın seçenekti. Mourinho Zagreb'e 6 gol atarken de , ezeli rakibi Atletico Madrid'i 4 golle uğurlarken de kafasında hep bu maç vardı. Ve belkide bunun kurbanı oldu.

Takım halinde çok iyi savunma yapan ve kalesinde maç başına ortalama 3-4 pozisyon gören Barcelona'nın standartın da altında kalecisi Valdes...

İspanyol ekibi kupalara rahat bir şekilde uzanırken , altyapı inadı ve kontenjanı sayesinde yer bulan Valdes kadar şanslı bir kaleci daha yoktur ! "Büyük takım kalecileri kurtardıkları maçlarla takımına layık olur" inancının tarih boyunca gördüğü en net ihaneti. El Clasico tarihinde görmediğimiz bir başlangıçla ilk golü ilk 30 saniye içine sığdıran Real Madrid'in hediyesi Valdes'den geliyor.


Sahne 2 : Yıldızların Hatası Affedilemez

Oyuna karşı konulamaz bir baskıyla başlayan Madrid'in bulduğu gol iştahları da kabarttı. Dakikalar 25'i gösterirken Ronaldo'nun kaçırdığı pozisyon belkide maçın en önemli kırılma dakikalarından birisiydi. Nedendir bilinmez fakat sezon boyunca olağanüstü bir performans gösteren Ronaldo'nun Barcelona maçlarında yokları oynaması adeta bir gelenek haline geldi.


Sahne 3 : Pepe Yaralandı , Coentrao Uyuyor

Bu dakikadan sonra Barcelona toparlandı ve o bilindik oyununu oynamaya başladı. Nitekim maç öncesi yazdığım yazıda da bahsettiğim ve maçı büyük oranda etkileyeceğine inandığım Alexis Sanchez'in golü Real Madrid'in takım halinde moralini bozdu. Bu golü anlatırken Coentrao ve Pepe'nin maç boyunca devam eden hatalarının ilk ayağına değinmemek olmaz ;




Alexis Sanchez defansın arkasına sarkarken Messi'yi orta sahanın hemen önünde karşılayan Ramos'un -ki müdahale noktası çok önde- boşalttığı bölgeyi ne Pepe ne Coentrao'nun doldurmaması enteresan. Üstelik Mourinho çalıştırdığı takımlarda oyuncularına önce bunu öğretirken.
Ayrıca sağ bölgede çaresiz bir Marcelo da görmek mümkün.


Bu gol sonrası oyun sistemi giderek sarsılmaya başlayan Madrid , top kontrolünü de yavaş yavaş rakibine verirken ilk yarı hafif dengeli ama Barcelona istediği kadar oynatarak bitti.


Sahne 4 : Perde Tekrar Açılıyor

İkinci yarının başlamasıyla birlikte değişmeyen kaderi 45 dakika içine sığdırma telaşında bir Real Madrid sahaya çıktı. Zira 49. dakikada Ronaldo gol yapması gereken pozisyonda kafayla topu auta yollayınca Portekiz dramı iyice hayat bulmaya başladı.

Bu andan itibaren kontrolü tamamen ele Barcelona 52. dakikada şansının da yardımıyla skoru 1-2 yaptı. Golü anlatmak gerekirse ; Xavi vurdu , Marcelo tamamladı.

Geri kalan dakikalarda maçın o anına kadar dökülen Mesut'un yerine Kaka'nın girmesiyle Real Madrid'in biraz hareketlendiği söyleyebiliriz fakat Benzema'nın topu olumlu kullanamama alışkanlığı yüzünden çoğu atak Barcelona ceza sahasına ulaşmadan sonlandı.

Maçın ikinci kırılma noktası ise Di Maria'nın yerine Higuain'in girişiyle gerçekleşti. Orta sahada top yapamayan Madrid'in kanatları da kullanmadan ileriye nasıl gideceğini Mourinho hariç kimse bilmiyordu sanırım. Zaten Mourinho da bilmiyordu.


Sahne 5 : Messi Sadece Gol Atmıyor

Söz konusu El Clasico olunca Messi - Ronaldo kıyaslamasını yapmamak olmaz. Tabi bu kıyaslamaya girince istatistiklere bakmak da Messi'ye çok büyük bir ayıp olur.
Oyunun kilitlendiği dakikaların birinde Messi sahneye çıkıyor ve Iniesta'dan aldığı pası yaklaşık 25 metre sürdükten sonra 3 Madrid'li futbolcuyu oyundan düşüren bir pas atarak Daniel Alves'e teslim ediyor. Alves arka direğe topu yollarken Coentrao'nun 35 metre eşlik ettiği partneri Fabregas kafayı vuruyor , Coentrao 30 saniye kadar oturduğu yerden hayatı sorguluyor.



Oyunun bundan sonrası mahalle maçı gibi ; Casillas aldığı neredeyse bütün topları ileri şişiriyor ve sağ kalanları Kaka götürebildiği kadar götürüyor. Sonuç yok.



Maç bittiğinde benim aklımda kaybeden 4 Portekiz vatandaşı kalıyor ; Mourinho , Ronaldo , Pepe ve Coentrao.


Mourinho :
Takımına takım olmayı , kademeyi , mücadeleyi ve ileri hızlı çıkıp golü en kısa ve kolay yoldan bulmayı büyük ölçüde öğretmiş olsa bile takımı bunları Barcelona'ya karşı uygulayamıyor. Bugün özelinde konuşacak olursak Mourinho'nun bir maçta ölümcül seviyede taktiksel hatalar yaptığına 2. kez şahit oldum. Zaten ilki de geçen sene Camp Nou'da oynanan ve 5-0 biten Barcelona maçıydı.

Ronaldo : Egosu , antipatik tavrı ya da magazinel yaşamı kimseyi ilgilendirmez , fiziki ve mental anlamda çok üst düzey bir futbolcu. Yeteneklerini ve kariyerini de tartışmak mantıksız fakat Messi ile kıyaslanmak istiyorsa en azından 1-2 El Clasico kendisinden söz ettirmesi lazım. Maç boyunca kullandığı sanırım 3 frikik vardı ve 2 tanesini baraja , birisini Valdes'e puan kazandırmak için üstüne attı.

Pepe : Her şeyden önce Barcelona maçlarına rakip oyuncuları öldürmek yerine oyunu kazanmak için çıkmadığı sürece hatalarına devam edeceği bir gerçek. Bu maçta da adam kaçırdı , pozisyon almakta güçlük çektiği anlar oldu. Aşırı motivasyonun zararlarını en güzel gösteren futbolcular arasında.

Coentrao : Sanırım maç boyunca yaptığı en olumlu şey 3. gol sonrası kale direğinin önünde uzun süre oturmasıydı. Adam kaçırmak ve yanlış pozisyon almak konusunda Pepe'den öğreneceği çok şey kalmamış.



Bir El Clasico daha geçti , uzun süre sonra sahaya favori çıkan Real Madrid yine kaybetti. Real Madrid'in maç eksiğini +3 olarak düşünürsek , Camp Nou'da bir mucize olmadığı sürece puanlar eşit. Lig yeniden başlıyor.

Sayko Tevez


10 yıllık profesyonel futbol hayatına şimdiye kadar 5 takım sığıdıran , West Ham hariç oynadığı bütün takımlarda şampiyonluk yarışı veren adamın hikayesi biraz garip.


Boca Juniors'da oynarken herkesin gözü bu adamın üzerindeydi. Topla hızlı , dayanıklı ve bitirici vuruşları etkili bu genç yeteneğin avrupa yolu tutacağına kesin gözüyle bakılırken o tercihini Corinthians olarak yaptı. Futbola sonradan monte olan Oligark abileri gibi aniden ortaya çıkan ve aynı sezon Javier Mascherano'yu da Corinthians kadrosuna dahil eden Kia Joorabchian , anlatacağımız bu adamın hikayesinde önemli bir yeri var.

Corinthians ile şampiyonluk sevinci yaşayan Tevez için otoriteler geç kalmış avrupa macerasına start vereceğini düşüyordu. Dünya çapında kulüplerin ismi geçerken sahneye yine Kia Joorabchian çıkıyor ve Javier Mascherano ile birlikte kendisini West Ham United'a getiriyordu.

West Ham dönemi pek parlak geçmeyen Tevez bu kez bekleneni vererek Manchester United'a transfer olmuştu. Burada Cristiano Ronaldo , Rooney , Nani , Giggs , Scholes , Ferdinand ve Van Der Sar'la birlikte oynamaya şansı yakaladı. Manchester United'da 2 Premier lig şampiyonluğu , 1 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu , 1 Lig kupası ve 1 Fifa Dünya Kulüpler Kupası kazandı.

Söylentiye göre kendisinden fazlaca memnun olan teknik direktörü Alex Ferguson'un uzun vadeli kontrat teklifini "3-4 yıl içinde futbolu bırakmayı düşünüyorum" diyerek reddeden Tevez , hemen ardından ezeli rakip Manchester City'nin rüya kadrosunda yer buldu.


Şimdilerde Manchester City'den ayrılmak istediğini söyleyen Tevez'in peşinde Milan ve eski takımı Corinthians var. Üstelik son dedikodulara göre devre arasında Milan formasını giymesi yüksek bir olasılık. Bu süreçte Tevez'in menejerliğini üstlenen
Kia Joorabchian'ın demeçleri de hayli ilgi çekici ;

"Tevez'in Brezilya'ya dönmesi olasılıklar dahilinde"


Kia'nın kontrolünde bir oraya bir buraya !

El Clasico !


Jose Mourinho'nun taktiksel dehası mı yoksa Guardiola'nın mekanik sistemi mi kazanacak ?


Öncelikle sezona geçen seneye oranla çok daha iyi bir başlangıç yapan Real Madrid'den başlayalım ;


Real Madrid

Mourinho , çalıştırdığı takımlar defansif futbol oynattığı eleştirilerinden bir türlü kurtulamadı. Portekiz , İngiltere ve İtalya liglerinden sonra soluğu İspanya'da alan Mourinho , Madrid'e ilginç bir çehre kazandırdı.
Geçen sezon ilginç puan kayıpları ve neticesinde kaybedilen şampiyonluğun en büyük sebeplerinden birisi kuşkusuz 2 sezon önce olanlardan farksızdı ; El Clasico'lar !

2 sezon önce iki maçı da kaybederek -6 ile ligi tamamlayan Madrid geçen sezon durumu biraz daha dengeleyerek deplasmanda aldığı 5-0'lık ağır mağlubiyeti ikinci maçta beraberliğe çevirdi. Bu sürecin işleyişi ise Mourinho'nun sistemini daha iyi açıklıyor ;

Geçen sezon ilk maçı 5-0 kaybeden Real Madrid , ikinci maçta evinde 1-1 berabere kalmış ve 1 hafta sonra rakibini devirerek Kral Kupası'na uzanmıştı. Bu maçta Barcelona rakibine son 12 maçta ilk kez gol atamamıştı.

Mourinho Barcelona'yı devirmenin yolunu bulmuştu ; oyunu alt skorlarda sabitlemek.

Bu formülü Mourinho'nun kazanan taraf olduğu meşhur İnter - Barcelona eşleşmesinden de hatırlayabiliriz. İtalya'da Barcelona'ya 3 gol atan ve kalesinde 1 gol gören Inter , Camp Nou'da inanılmaz bir taktikle maçı 1-0'a kilitlemiş ve turu atlayan taraf olmuştu.


Bugün ise sahaya Khedira , Xabi ve Diarra üçlüsüyle çıkacağı söylenen Mourinho'nun planı da aynı şekilde ; Madrid ceza sahasına kadar Barcelona'nın top yapmasına izin vererek hızlı ataklarla ileri çıkmak. Burada kuşkusuz 3 kilit isim ortaya çıkıyor ; Xabi Alonso , Di Maria ve elbette Ronaldo.


Bütün bu kolay görünen sistemi içinde elbette bazı karmaşık noktalar da mevcut. Örneğin Carvalho'nun eksikliğinde stoperi Ramos ve Pepe ile kuracak olan Mourinho'nun bek bölgesinde yaptığı Arbeloa tercihi ise muhtemelen maçın kırılma noktalarından birisi olabilir.

Takımına öncelikle yenilmemeyi öğreten Mourinho , ardından rakibini yenmeyi de öğrenmişti. Bu sürecin sonunda İspanya Süper Kupası'nın Bernabeu ayağında 2-2 biten ve rövanş maçında harika bir futbol oynamasına karşın maçı 3-2 kaybeden Real Madrid'in kaydettiği aşama her şeyi açıklıyor. Bu maçtan 1 sezon önce aynı stadı 5-0 gibi bir skor ve berbat futbolla terk eden Madrid'in bugün kazanma ihtimali hiçte uzak değil.

Sonuca baktığımız zaman , rakibini durdurabilmeyi öğrenmiş ve özellikle bu sezon evinde harika bir performans sergileyen Real Madrid için geçen yıllara göre daha dengeli bir maç olabilir.


Barcelona

Sezona kötü başlayan ve geri kalan 15 maçta 4 beraberlik 1 mağlubiyet alan Barcelona'da işler eskisi gibi gitmiyor. Evinde oynadığı maçları umumiyetle 5-0 ve 4-0 gibi skorlarla kazanan Barcelona ligin ilk 15 dakika içinde en çok gol atan takımı konumunda. Özellikle evinde oynadığı maçlarda son dakikalara şenlik havasında giren Barça , deplasmanda aynı performansı sergileyemiyor. Üstelik rakibi Madrid'in son 15 dakikada atılan gol sayısında lig lideri olduğunu düşünürsek işleri bu kez o kadar kolay değil.

Geçen sezon ligin ilk maçında El Clasico tarihine gçen bir futbolla evinde 5-0 kazanan Barça , ikinci maçta 1-1 beraberliğe razı olmuş ve üstte belirttiğim gibi 1 hafta sonra Kral Kupasını rakibine kaptırmıştı. Daha sonrasında Şampiyonlar Ligi yarı final maçında rakibini deplasmanda 0-2 ile geçen ve evinde aldığı 1-1'lik skorla finale çıkan ekip Barcelona olmuştu.

2008 yılından beri hiçbir lig maçında rakibine yenilmeyen Barcelona bu süreç içinde güzel futbol ve rahat skorlarla maçı kazandı. Fakat Mourinho'nun Madrid'e gelişiyle birlikte psikolojik bir savaşın da başlaması kaçınılmaz oldu. Bu sürede Barcelona önce rakibine gol atmayı unutmaya başlayan , daha sonrasında gol yiyen ve nihayetinde kötü futbol oynamaya kadar devam eden bir sürecin içinde buldu kendisini.

Neticede Barcelona'nın 15 maç sonunda maç fazlasıyla 34 puanda olması ve rakibi Real Madrid'in geride kalan 14 maçta 37 puan toplaması da maçın gidişatını etkileyecektir. Sonuç Barcelona lehine olursa fark 1 maç eksikle beraber kapanacak ve şampiyonluk düğümü belkide rövanşa kadar sarkacaktır.

Barcelona'nın son maçlarına baktığımızd özellikle evinde genç oyunculara ve kulübeye şans verdiği açık. Fakat bugün için Xavi - İniesta - Fabregas üçlüsünü bozacağını düşünmüyorum. Oyunu kanatlara açabilen ve dikine paslarda inanılmaz işler yapan Xavi'nin kilit isimlerden biri olacağı açık. Tabi Mourinho'nun bu üçlü için hazırladığı panzehir de belli. Çok fazla pas yapan bir takımı aynı şekilde durdurmak gibi bir kumara girmeden rakibin oyununu pres ve sert futbolla bozmayı planlayan Mourinho'nun planlarına muhalefet edebilecek isimlerden birisi ise Alexis Sanchez.


Kulübe Faktörü


Oyunun gidişatına göre ilerleyen dakikalara yön verebilecek çok sayıda oyuncusu olan iki takımdan Barcelona'nın kadro zenginliği biraz daha ağır basıyor. İki takımın da orta saha zenginliği hem ilk 11 hem yedek kadrolarda açıkça ortada. Barcelona orta sahasında 5 , Real Madrid'de 4 üst düzey ismi mevcut.

Maça başlayan kadroda Mesut'un olmayacağı bilgisi üzerinden yola çıkarak Mesut'un 60 -65 sonrasında ya da gidişata göre ikinci yarının başında oyuna girmesi ihtimali yüksek. Geçen sezon Bernabau'da Barcelona'nın üstün oynadığı ve 1-1 biten maçın ayakta kalan tek ismi olan Mesut'un oyunda kaldığı süre içinde etkili olacağı şüphesiz.



Normal şartlarda fazla gol olacağını düşünmediğim ve Real Madrid'in kazanacağını tahmin ettiğim bu maçın keyifli ve -yanılmayı da dileyerek- bol gollü geçmesini dilerken sizlere şu enteresan görüntüleri sunuyorum ;



8.12.2011

Futbolun Kompleksli Taraflılığı

Dün oynanan ( 7 aralık 2011 Galatasaray Fenerbahçe maçı ) derbi hakkında 2 adet blog yazısı yazdım. Orada işin her türlü konusunu enine boyuna yazmamın yanında , yazının sonuna taraflı - tarafsız kalemlerden alıntılar koydum.

Bahsi geçen mücadelenin tertemiz bir maç olduğu ve Galatasaray'ın özellikle inanılmaz bir futbol oynayarak son yıllarda kimsenin izlemediği kadar üstün bir derbi çıkardığı herkesin ortak görüşüydü. Elbette futbolun kompleksli kalemleri haricinde.


Fenerbahçe'de yıllarca görev yapmış Ziya Şengül'den tutun her fırsatta konuyu Galatasaray'a getirip saygı ve mantık sınırlarını zorlayan eleştiri ve hakaretlerde bulunan Selçuk Yula'ya kadar herkesin kabullendiği bu haklı galibiyete 2 Fenerbahçe'li yazar muhalefet olmayı tercih etti.

Öncelikle bu yazarların yazılarını direkt olarak size aktarıyorum ;

( Görsellere tıklayarak büyük boyutlarına ulaşabilirisiz )


Öncelikle , maçı sadece Fenerbahçe'nin eksiklerinden yola çıkarak kendince analiz eden ve Galatasaray'dan sadece "iyi motive olmuşlar" olarak bahseden , son paragrafı Fırat Aydınus'un kötü! yönetimine atıfta bulunarak "rövanş için beklediğini" ima eden Gürcan Bilgiç ile başlıyorum ;



İkinci sırada elbette Ercan Saatçi var. Futbol hakkında nasıl bir etkinliği olduğunu anlamadığımız halde spor yazarlığı yapan bu şahsın fanatizm kokan , Gürcan Bilgiç'e gçre daha kapalı ve "ima dolu" yazısı ;



Yazısına "Galatasaray'ı tebrik etmesi gerektiğini" söyleyerek başlayan Ercan saatçi de Yılmaz Özdil stiline geçiş yapmış. Maçı haklı galibiyeti ve futbolun bütün gerekliliklerini yerine getiren Galatasaray hakkında tek bir cümle etmeden tamamladığı gibi bütün hadiseyi Bilica'ya yıkabilecek vizyonunu yansıtmış. Bunun yanında , devam eden hukuki süreci de zekice! göndermeler yapan Ercan Saatçi , espri yaptığını belirterek içimizi rahatlatıyor.


Bütün bu yazılara söylenecek çok şey var. Bilmiyorum burayı okurlar mı , yahut okuyup ciddiye alırlar mı fakat kendilerinin de bildiği üzere balçıkla güneş sıvama devri geride kaldı. Bir gerçeklik üzerine konuşurken kendi inandığınız safsatalar ile suyu bulandırmanızın kimseye bir katkısı yok. Ağzından salyalar akarak o sayfayı okuyan fanatikler için yazıyorsanız bu da durumu değiştirmeyecektir. Üstelik o maçın skoru Fenerbahçe lehine olsaydı atılacak başlıkların "her şeye rağmen !" olacağı da gün gibi açık.



Bütün evrenin , Fifa'nın , Uefa'nın ve hatta belli belirsiz örgütlerin bile Fenerbahçe ile uğraştığına inananlar için Altan Tanrıkulu'ndan geliyor ;


"Fenerbahçe Spor Kulübü böyle yükseldikçe önünü kesmek isteyenler sadece Türkiye'de değil dünyada da olacaktır"



Şifa dilerim.

Galatasaray - Fenerbahçe Derbisi Teknik Analizi



Son yıllarda oynana Galatasaray - Fenerbahçe derbilerinde kazanamayan Galatasaray'ın maça nasıl bir sistem ve takımla çıkacağı merak ediliyordu. Aynı şekilde Fenerbahçe'nin oyun anlayışı ve 11 tercihi de sonuca etki edebilecek diğer unsurlardı.



Maç Öncesi Dizilimler


İlk 11'ler açıkladığında Galatasaray'da dikkat çeken bir isim vardı ; Emre Çolak.

Fatih Terim yine o bilindik kumarlarından birisini oynadı ve genç bir oyuncuya böylesine kritik bir derbide görev verdi. Dizilimlere baktığımız zaman Galatasaray için en dikkat çekici durum maça çift santrafor başlamasıydı.
Bunu Fatih Terim'i eleştiren herkes defalarca yazdı ; Terim'in Elmander inadı ve tek forvet direnişi sonuç vermiyordu. Oysa Baros'un oyunun içinde yer aldığı her maç Galatasaray'ın skor üretebildiği maçlar olmuştu. Nihayetinde Sercan'ın tedbir kararı sebebiyle oynayamayacak olması ve Fatih Terim'in kırılan inadı sebebiyle Galatasaray maça çift santrafor çıkarak galibiyetin , en azından baskılı futbolun sinyallerini verdi.

Geride Bekir'in yokluğu sebebiyle maça Bilica ile başlayan Aykut Kocaman , yabancı kısıtlaması neticesinde bir karar vermek durumundaydı ; Bienvenu ya da Stoch.

Aykut Kocaman sahaya 4 defans , 5 orta saha ve 1 forvet ile çıkmaya karar verdi. Bekir'in yokluğunda yerine Bilica , yanında Yobo ve kanatta Ziegler , orta sahada Bienvenu ve Baroni , ilerde ise Alex ile sahaya çıkan Aykut Kocaman oyun kontrolunu kısmende olsa elinde tutup kanat oyuncularıyla gol bulmayı planladı. Tabi bu planın işlemesi için Caner'in arkasında oynayan Ziegler'in o alanı kontrol edebilmesi ve özellikle Caner'in Galatasaray'ın sağ kanat oyuncularına ilerde baskı kurabilmesi gerekiyordu.

Bütün bu planı bozan isim Eboue oldu. Kazım'ın etkisiz kaldıpı dakikalarda ileri çıkan Eboue atakları destekleme konusunda harikalar işler yaptığı gibi geri dönüşlerde de başarılı bir performans sergiledi.

Orta saha kurgularına baktığımız zaman maça Fenerbahçe'nin oyuna 5 orta saha ile çıkması tamamen kağıt üzerinde kaldı. Zira Fenerbahçe orta sahasının dikine iki pas yapmasına bile izin vermeyen Galatasaray orta sahası bütün planları bozdu.

Bu noktada Fatih Terim'in Emre Çolak tercihi ve Emre'nin daha önce görev aldığı maçlardaki etkisiz futbolundan eser kalmamış olmaması çok önemli bir etken oluşturdu. Orta alanda Melo ve Selçuk zaten Galatasaray'ın sezon başından beri değişmeyen ikilisi , arka bölgede Ujfalusi ve Semih ise son maçların banko oyuncularıydı.

Defans kurgusunda Semih - Ujfalusi , beklerde Hakan Balta ve Eboue tercihleri Galatasaray'ın olması gereken defans örgüsünü oluşturuyor. Bunu bozmayan Fatih Terim bu maçla birlikte Servet Çetin'e de yavaştan kapıyı göstermiş oldu. Bu bana göre Galatasaray'ın 2 sezon önce yapması gereken ve geç kalmış bir hamle.

Takım olarak dinamik , geriden ayağa paslarla çıkabilen oyuncularla sahaya çıkan bir 11 sahaya süren Fatih Terim , bu hamlesiyle yukarıda belirttiğim hataları yapan Aykut Kocaman'a maç öncesinde üstlünlüğünü fazlasıyla kurmuş oldu.


İlk Yarı


Takımlar sahaya çıktığı andan itibaren baskısını hissettiren iki şey vardı ; birincisi 52 bin Galatasaray taraftarı , ikincisi sahadaki Galatasaray futbolcuları.

Muslera hariç neredeyse bütün takımın destek verdiği hücuma henüz ilk dakikalarda başlayan Galatasaray , bu sert ve baskılı futbolunu 3. dakikada Eboue'nin kartla gösterdi. İlerleyen dakikalar için sıkıntı yaratabilecek bu kart Galatasaray'ın başına bela açmadı ki bu durum önemli bir etken oluşturdu.

Takım halinde orta saha çizgisinin önünde top yapan Galatasaray'ı karşılayabilecek ve baskı kurarak ileri çıkmasına engel teşkil edebilecek hiçbir Fenerbahçe futbolcusu olmaması oyunun ilk 20 dakikasını Fenerbahçe için cehenneme çevirdi. Bu durumda yukarıda belirttiğim gibi Galatasaray'ın adeta kusursuz futbolunun ötesinde Fatih Terim'in tercihlerinin ve Aykut Kocaman'ın hatalarının da payı var. Zira topu ayağa paslarla ileri taşıyan Galatasaray'ın oyununu bozmak adına o bölgede bulunan Alex'in hiçbir etki gösteremeyeceği zaten görülen bir gerçekti.

Galatasaray ilk 20 dakika içinde 6 net pozisyon buldu fakat Elmander , Emre Çolak ve Baros bu pozisyonları adeta harcadı. Üstelik bu pozisyonların büyük kısmı organize gelişen ataklar neticesinde , bahsettiğim o ayağa paslarla gelişti. Bu bölümde duruma hiçbir müdahalede bulunmayan Aykut Kocaman , Galatasaray'ın kaçırdığı pozisyonlara güvenerek ilk yarıyı golsüz geçebileceğinin planlarını yapmış olsa gerek.

Nihayetinde Galatasaray Eboue'nin Elmander'e verdiği topu harika bir pasla geri alması ve Eboue'nin Yobo'yu müthiş bir çalımla geçmesi sonucu yaptığı enfes vuruşla golü buldu. Bu noktada Fenerbahçe ile ilgili söylediğim problemleri açıkça gösteren bir durum mevcut ; Elmander Eboue'den topu alıp topu Eboue'nin koşu yaptığı bölgeye çektiğinde Fenerbahçe defansında topa müdahala edebilecek sadece Yobo var :






Bu gol sonrası özgüveni de artan Galatasaray ikinci gol için yüklenmeye başladı. Bu noktada Fatih Terim ve futbolcuları tebrik etmek lazım zira Galatasaray'ın geçtiğimiz yıllarda Fenerbahçe maçlarını kaybetmesinde en önemli etken bunu yapmamasıydı. Hatta öyle ki ; Galatasaray gol pozisyonlarını değerlendiremeği derbi maçlarında direncini yitirerek oyunu raibi teslim ediyordu. Oysa dün oynanan maç sırasında bir an olsun tempoyu düşürmeyen Galatasaray skoru arttırmak için elinden geleni yaptı.

Galatasaray bu atakların meyvesini 41. dakikada Bilica'nın hatasından çok işgüzarlığı yüzünden Elmander'le aldı. Bu pozisyonda Bilica rahatlıkla kontrol edebileceği topu önüne alarak faul kazanmak için mücadele verdi. Burada Elmander'in faul yapmadan , akıllıca Bilica'nın topu kaybetmesini beklemesini es geçmemek lazım. Sonrasında yaptığı vuruş zaten yapılabilecek en iyi vuruşlardan birisiydi. O dakikaya ve özellikle ilk gole kadar harika bir performans sergileyen Volkan'ın da gardı iyice düşmüş oldu.


İkinci Yarı


İlk yarıyı inanılmaz bir futbol , müthiş bir baskı ve 2 gol atarak kapatan bir Galatasaray , karşısında ise rakip kaleye şut bile atamadan soyunma odasına giden bir Fenerbahçe vardı. Bu noktada Aykut Kocaman'ın yapabileceği tek şey Bienvenu'nun yerine Stoch'u oyuna almaktı. Her ne kadar bu değişiklik kesin bir sonuca işaret etmese bile en azından Fenerbahçe'nin kanat organizasyonları yapabilmesini sağlayabilirdi.
Nitekim Aykut Kocaman bekleneni yaparak ikinci yarıya Bienvenu - Stoch değişikliği ile başladı fakat bir hatayla beraber ; Emre Belözoğlu - Semih Şentürk değişikliği. Zaten orta saha direnci olmayan Fenerbahçe , Emre Belözoğlu'nun da oyundan çıkmasıyla birlikte kontrolü tamamen Galatasaray'a vermeyi kabul etmiş oldu.

Maçı izleyen bazı taraftarların ve özellikle spikerlerin inatla "Fenerbahçe kontrolü eline aldı" demesine rağmen 60. dakikaya kadar sadece topu kontrol eden bir Fenerbahçe izledik. Bu durumda Galatasaray'ın takım halinde yaptığı bir aktif dinlenmeydi. Sonuçta 45 dakika boyunca rakibe nefes aldırmayan ve oyuncu değişikliği gerçekleştirmemiş bir takım sahadaydı.

Bu süreçte 55. dakikada Stoch'un direkten dönen topu ve 1-2 etkisiz atak sonrası toparlanan Galatasaray top kontrolünü de eline geçirince oyunu yine rakip sahaya yıkmaya başladı. İlk yarı kadar etkili olmasa bile baskıyı yakalayan ekip Selçuk İnan'ın kullandığı korner sonrası Melo'nun garip golüyle skoru 3-0 yaptı ve 66. dakikada gelen bu gol sonrası ipler tamamen koptu.

70. dakikada Fatih Terim'in Baros inadı yine kendisini gösterince Elmander'in yerine Baros oyundan çıktı ve yerine Riera girdi.

Geldiği günden beri takıma hiçbir katkı sağlamadığı gibi takımın dinamiğini tamamen bozan Riera'nın sol kanatta etkisiz kalmasıyla beraber Galatasaray'ın atak organizasyonları yerini Selçuk İnan'ın uzaktan denediği şutalara bıraktı. Bu sürecin Fenerbahçe adına etkileri ise özellikle Stoch faktörüyle beraber sağ kanadı daha etkili kullanabilmesi oldu. Keza dakikalar 90+2'yi gösterdiğinde Stoch'un ortasında Alex golü buldu.


Bu süreçte sakatlanan ve oyundan çıkan Eboue'nin yerine Servet Çetin'in girmesinin de katkısı gayet fazla. Fatih Terim , Ujfalusi'yi sağ bek bölgesine çekip Servet Çetin'i stoper oynatmak yerine Servet Çetin'i dirrekt Eboue'nin bölgesine koyunca aksayan defans kademesi Fenerbahçe'nin golüne davetiye çıkardı.


Sonuç


Galatasaray uzun bir aradan sonra Fenerbahçe'yi mağlup ederken yaklaşık 2 yıl sonra ilk kez bir derbiyi kazanmış oldu. Bu süreci sade bir galibiyet yerine mükemmel bir futbol ile getiren Galatasaray'ı tebrik etmek gerekirken en önemli payı Fatih Terim'e vermek sanırım haksızlık olmaz.
Böylesine önemli bir maç öncesi Semih Kaya ve özellikle Emre Çolak'a güvenmesi ve Emre Çolak'ı 87. dakikada Ayhan Akman ile değiştirerek taraftara alkışlatması çok önemliydi.

Fenerbahçe cephesinde ise kabul edilmiş bir mağlubiyet ve oynanan kötü futbolun öz eleştirisi var. Aykut Kocaman'ın yanlış bir kadroyla çıktığı ve daha yanlış müdahaleler yaparak Galatasaray karşısında aciz duruma düşmesi Fenerbahçe'nin lig konumundan uzak futboluna müdahale zamanının geldiğini kanıtlamış oldu.


Taraftar


Bir Galatasaray taraftarı olarak stadı dolduran herkese sonsuz teşekkür ediyorum. Hiçbir taşkınlık , rakibe saygısızlık ya da hoş karşılanmayacak herhangi bir hadise olmadan maçı bitirdiler. Maç öncesinde özellikle kendini bilmez bazı taraftar gruplarının - ki onlara taraftar demek yanlış olur - yaptıkları provokasyon komik seviyelerdeydi. Buna karşılık olarak Galatasaray taraftarı her zaman yaptığı müthiş koreografilere bir yenisini daha ekleyerek maça 1-0 önde başladı , esas kazanan taraf oldu.
Maç sonunda taraflı tarafsız herkesin alkışladığı bu galibiyetin yanında taraftarın da hakkını vererek asaleti yaşattıkları için kendi adıma teşekkür ediyorum.



Yorumlar


Şansal Büyüka : "Fenerbahçe dua etsin, ilk yarı 2-0 bitti... Abartısız söylüyorum, 18. dakikanın sonunda sonuç 5-0 olurdu..."

Ahmet Çakar : "Kaleci Volkan'ın kurtarışları olmasa ya da Galatasaraylı forvetlerin vuruş becerisi biraz daha yüksek olsa maç bu yarıda 4'e, 5'e gidebilirdi"

Serdar Ali Çelikler : "Galatasaray bu maçı 7-0 kazanmadıysa Volkan'ın müthiş performansı ve ikinci yarının ortalarından itibaren rölantiye dönmesi nedeniyledir"

Hakan Can : "Rakibine tek bir saygısızlık etmeyen Galatasaray taraftarı büyüklük sınavını başarıyla verdi"

Ziya Şengül : "Eğer kaleci Volkan çok önemli kurtarışlara imza atmasaydı; Galatasaray tarihi farklı bir galibiyet alan olurdu. Tarihi diyorum; 7-0, 8-0 falan kaybederdi Fenerbahçe..."

Levent Tüzemen : "İlk 18 dakikada Volkan kalesinde devleşmeseydi ve Baros gol vuruşlarında beceriksiz olmasaydı Galatasaray derbiyi çok daha ağır bir skorla kazanırdı"

Zeki Çol : "Fenerbahçe şanslı günündeydi. Galatasaray bu denli cömert davranmasa ve son vuruşlarda biraz becerikli olsa 7 Aralık, 6 Kasım'ın karşılığında tarihe yazılırdı"

7.12.2011

İnsafsız Galatasaray !


Derbi öncesi çeşitli mecralarda çeşitli yorumlar yapıldı. Kimisi maçın pozisyonsuz , kimisi golsüz geçeceğini , kimisi Fenerbahçe'nin ne olursa olsun kazanacağını kimisi ise Galatasaray'ın evinde galip geleceğini yazdı.

Maç kadroları açıklandığında herkesin şaşırdığı bir karar vardı ; Fatih Terim Emre Çolak'la başlıyordu.

Bu , Fatih Terim'in verdiği tarihi kararlarda bir ilk değildi. Yıllarca genç oyunculara çalıştırdığı her takımda sonuna kadar güvenen Terim , bu kez çok önemli ve kritik bir maç öncesi böyle bir karar vermişti. Ve maç başladı...


Beklenenin aksine inanılmaz ofansif oynayan , golü isteyen ve rakibi kendi yarı sahasından dışarı çıkarmayan bir Galatasaray vardı. İlk 30 dakika içinde çok net pozisyonlar bulan Galatasaray Volkan Demirel'in harika performansı ve bazı pozisyonları bireysel beceriksizler yüzünden cömertçe harcadı. Fakat bu süreç içinde kesin ola şey Galatasaray'ın oynadığı inanılmaz futbol ve Fenerbahçe'nin Galatasaray kalesine şut neredeyse hiç gidememesiydi.

Nihayetinde olması gereken oldu ve Galatasaray golü buldu. Bunu bir taraftar olarak değil futbol adaletini destekleyen olağan bir sonuç olarak söylüyorum. Geri kalan dakikalarda yine pozisyonlar bulan Galatasaray ilk yarının bitimine 5 dakika kala 2. golü de bulunca devreyi rahat kapattı.

Fatih Terim çok akıllı bir hamle yaparak oyuncu değişikliğine gitmeden çıktı ikinci yarıya. Oysa Aykut Kocaman çok yanlış iki hamle yapmıştı bile ; orta sahayı tamamen düşüren Emre Belözoğlu değişikliği ile Fenerbahçe olası bir direncini de yok etti.

İkinci yarının ilk 10 dakikası Fenerbahçe topa daha fazla hakim olan taraftı fakat bunun olumlu anlamda hiçbir etkisi olmadı. Bu 10 dakikalık süreci en iyi şekilde atlatan ve rakibini tek paslarla ileri çıkarak bozan Galatasaray , kazandığı bir korner sonrası 3. golü de bularak oyunu 66. dakikada garantiledi.

Melo'nun attığı golün enteresan oluşu hakkında ekşi sözlük'e bakabilirsiniz ; http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=felipe+melo%27nun+%C3%A7%C3%BCk%C3%BCyle+gol+atmas%C4%B1


Geri kalan dakikalarda Fenerbahçe'nin direkten dönen bir topu ve son dakikada attığı bir golün yanında Galatasaray'ın yakaladığı bazı pozisyonlar olsa bile maç 3-0 olduğunda kısmen bitmişti.


İşin teknik analizi biraz daha uzun ve detaylı bir yazıda anlatılabilir fakat objektif olmayı başarabilen her bünyenin kabul edeceği üzere Galatasaray inanılmaz bir futbol oynayarak galip geldi ve skor olması gerekenden çok daha aşağıda kaldı diyebiliriz.


Maç ile ilgili bazı noktaları işaret ederek yazıyı sonlandırmak istiyorum ;

1 - Semih Şentürk'ün Semih Kaya'ya yaptığı faul ; Maç 3-0 giderken yapılmış ve hiçbir mantığı olmayan bu sert faul gerçektende yakışmadı. Gencecik bir futbolcuya yapılan bu hareket için Semih Şentürk'ü kınıyorum.

2- Maç öncesi iddialı yorumlarını hakaret boyutuna ulaştıran Fenerbahçe taraftarlarının maç sonunda konuyu olmaz yerlere getirip tebrik edebilme erdemini gösterememesini anlayamıyorum. Bu zihniyetle hiçbir yere varılmaz.

3- Lig Tv spikerlerinin Galatasaray maçlarında takındıkları tavır bir Galatasaray taraftarı olarak anlamlandırmakta güçlük çektiğim bir konu olmaya başladı. Özellikle bu maç esnasında anlamsız zamanlarda ısrarla ve defalarca verilen istatistikler , tarafsızlık ilkesini aşan yorumlar ve dahası. Bunlar gerçekten hoş değil.



Bütün bunların dışında kendisine gazeteci diyen bazı şarlatanların artık futboldan kirli ellerini ve içi boş kafataslarını çekmelerini diliyorum.



Bütün Galatasaray taraftarları renkdaşları kutlar , tebrik ederim.


#AsaletinBizeYeter

Şampiyon Ligi


Bu gece enteresan sonuçlar alındı ;

A Grubunda : Bayern , Napoli
B Grubunda : Inter , CSKA
C Grubunda : Benfica , Basel
D Grubunda : Real Madrid , Lyon

Şampiyonlar Ligi'nde bir üst tura çıkan takımlar oldu.

A Grubunda : Manchester City
B Grubunda : Trabzsonpor
C Grubunda : Manchester United
D Grubunda : Ajax

Uefa Avrupa Ligi yolu tuttu.


İlginç sonuçlar ise şöyle gerçekleşti ;

+3 averajı olan Ajax ve -4 averajı olan Lyon son maçlarına aynı puanda girdiler. Ajax evinde Real Madrid'e 0-3 mağlup olunca ve Lyon rakibi Dinamo Zagreb'i deplasmanda 1-7 gibi farklı bir skorla mağlup edince Lyon bir üst tura çıkan takım oldu.

Manchester United rakibi Basel'e deplasmanda 2-1 mağlup olunca Uefa Avrupa Ligi'ne devam etmek durumunda kaldı.

Villarreal , Otelul ve Dinamo Zagreb takımları gruplarını 0 puanla tamamladılar.

Real Madrid 6/6 yapan tek takım olmasının yanında +17 ile en iyi averajı yapan takım oldu.



Neticede Inter'in 87. dakikada yediği golle elenen temsilcimiz Trabzonspor , son maçta Lille deplasmanından istediği sonucu almış olsa bile bir üst tura çıkamadı ve yoluna Uefa Avrupa Ligi'nde devam etmek zorunda kaldı. Tabi bu sonuçla Lille avrupa kupalarından elenmiş oldu.

Bütün bunlar Inter'in suçu , alacağın olsun Inter.

4.12.2011

Dev Derbi Geliyor !


Kimilerine göre dünyanın 3 numaralı , bize göre 1 numaralı derbisi yaklaşıyor. Takımların vaziyeti enteresan , maç pek ihtimalli. Ben işin daha iyi bildiğim ve beni ilgilendiren Galatasaray kısmını yazmak istiyorum.

Sezon başladığında her şeyin ötesinde şike soruşturması konuşuldu. Enfes haberleriyle her sezon başında yüzlerce ismi sayfalar sanallığında ülke futboluna kazandıran gazetelerimiz bu sebeple zamanlarını daha çok bu konuya kanalize ettiler. Neticede kadrosunu genişletmek yerine mali tabloyu düşünerek küçülmeye giden bir Fenerbahçe ve eksiklerinin farkındalığı ve yeni yönetiminin / teknik heyetinin vizyonuyla geçen sezona oranla daha yerinde transferler yapan bir Galatasaray var.

Geçmişe baktığımız zaman Fenerbahçe'nin mutlak bir üstünlüğü gözüküyor. Geçen sezon derbinin Şükrü Saraçoğlu ayağında iyi bir futbol oynayan ve 10 yıl aradan sonra deplasmandan puan çıkartan Galatasaray rövanşı evinde 1-2 ile kaybetmişti. Maçı hatırlayanların hatırlayacağı ikinci şey ise Galatasaray'ın kondisyonunda yaşanan müthiş düşüştü.

Bu sezona bakacak olursak Fenerbahçe hücum zenginliğinde geçen sezonlara oranla biraz daha zayıf. Sayılarla bakacak olursak ;
geçen sezon 13. hafta sonunda 35 gol atan Fenerbahçe bu sezon aynı haftayı 20 gol ile geçmiş. Tabi buna karşılık olarak daha gol yemiş olsa bile Fenerbahçe'nin hücum zenginliğinin azaldığını ve daha kontrollü oynadığını anlayabiliriz.

Galatasaray için ise çok başka bir pencere açmamız gerekiyor. Zira geçen sezon takım içinde yaşanan olaylar ve oluşan kaos takımın performansını olumsuz yönde etkilemişti. Zaten kötü bir futbol sergileyen takım giderek daha kötüsünü yakalamayı başarabildi.
Bu sezon ise Fatih Terim'in takıma kazandırdığı önemli bir karakter var.
Hücum oynamak isteyen , pres yapan ve son dakikaya kadar koşan bir takım olma arzusu da cabası. Tabi bu söylediklerimden hangileri ne kadar gerçekleşiyor orası ayrı bir konu fakat burada daha önemli olan şey takımın yıllardır oluşamayan kimliğinin yavaş yavaş belirmesi.

Galatasaray'ın geride kalan 13 haftada göze çarpan en önemli problemi skor üretme konusunda yaşadığı sıkıntı. Fatih Terim'in geçmiş takımdan kalan izleri silme inadına Elmander hayranlığı ve Sercan Yıldırım direnişi de eklenince skor üretmek takımın diğer bölgelerinde oynayan oyuncularına kalıyor. Bu durum en çok Selçuk için sıkıntı oluyor gibi bir görüntü var ; zira ileri uç oyuncularını besleme işini üstlenmesi gereken Selçuk ve Elmander'in uyumu hala bir mucize kıvamında.
Sercan konusu ise ayrı bir hikaye. Ben 23 yıllık hayatımda gol vuruşları hariç bu kadar yetenekli olan çok az futbolcu gördüm. Zaten onların kariyerleri de hep efsane futbolcuların sırtlarında , taraftarların "x'i çok iyi besliyor" cümlelerinin odağında geçti. Oysa Sercan'ın henüz böyle bir durumu da yok.

Diğer taraftan Galatasaray'ın bence Bülent Korkmaz'dan beri yaşadığı bir stoper sorunu var. Takımı ateşleyebilecek , o bölgede sadece görevini yapmakla iştigal eden , savaşçı nitelikte bir stoper Galatasaray'ın en büyük eksiği. Bunu Tomas'ın komedi videolarına malzeme olası sakarlıkları , Meira'nın inanılmaz hataları , Kewell'in stoper oynaması ve Servet'in forvet maceralarında inceleyebiliriz. İşte tam bu noktada Galatasaray'ın en büyük şansı , Allah'ın bir lütfu devreye giriyor ;
"Semih Kaya"

Ufak tefek pozisyon hataları ve tecrübesizliğinin verdiği zamanlama problemleri hariç harika bir stoper olmaya adam Semih Kaya. Topu oyuna sokabilen , "aman bende kalmasın" diye düşünmeyen ve pozisyonlara müdahale etmekten çekinmeyen bir futbolcu. Lakin işin derbi kısmında bazı sıkıntılara gebe olma ihtimali de yok değil , tecrübesizlik ve aşırı motivasyon bu yaşlarda olan futbolcular için devasa bir sıkıntı neticede.


Galatasaray konuşurken sol kanat muhabbeti yapmamak olmaz. Sanırım bu konuda bu gözlerin gördüğü en büyük değişimi Hakan Balta gerçekleştirmiştir. Vestel Manisaspor zamalarında hücum gücü yüksek , defansif performansı yeterli olan o adamın gidip bugün izlediğim Haan Balta'ya dönüşmesi tam bir fiyasko. Tabi söz konusu Stoch ve Dia gibi kanat oyuncularına sahip bir Fenerbahçe olduğunda ve maç içinde kanat değiştirebileceklerine ihtimal verdiğimizde Hakan Balta geceyi değiştirecek futbolcu olabilir. Üstelik tam önünde oynayacak oyuncunun Riera olması ihtimali varsa.


Volkan'ın Galatasaray maçlarında gösterdiği performansı söyleme gereği bile duymadığım için direkt Muslera'ya geçiyorum. Benim için bu maçı değiştirecek isim kesinlikle Muslera olacak. Hatırlamayanlar için yazıyorum ; Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi 5-1 mağlup ettiği Türkiye Kupası Final maçının dönüm noktası Mondragon'un özellikle ilk yarının son dakikalarında kurtardığı pozisyonlardı. O performans Galatasaray'ı ateşlemiş , Fenerbahçe'yi psikolojik olarak yıpratmış ve ardından maç 5-1'e kadar gelmişti.
Bugün Muslera'nın performansını ele aldığımız ve bir derbi müsabakası olarak deplasmanda oynanan bir Beşiktaş maçını referans gösterdiğimiz zaman bu sonuca varabiliriz. Tahminim iyi bir maç oynarsa Muslera'nın Galatasaray'ı galibiyete yaklaştıracağı yönünde. Neticede olmadık zamanda gelecek bir gol takımın zaten bozuk olan psikolojisini iyice yıpratacaktır. Bu konuda kalecilerin mesleğinin nankörlükten kahramanlığa geçişini de konu almış olabiliriz.


Bu kısa
(böyle bir maç için) yazı boyunca ufak tespitler yaparak işin daha çok Galatasaray boyutunu ele almaya çalıştım. Sonuç ne olursa olsun fanatizm mevzusundan uzak , tarafların birbirlerine şiddet uygulamak için yer aramadıkları ve özellikle bu işin başını çeken insanların kendi taraftarlarını galeyana getirmedikleri bir maç olmasını temenni ederim.
Umarım maç sonunda hakemleri değil futbolun adaletini , 4-3-3 sisteminin yansımalarını konuşuyor oluruz.


Esenlikler dilerim.

18.11.2011

Hiddink Mi ?


1954 babamın doğum yılı. O sene Türkiye futbol alanında , ulusal anlamda en büyük başarısına imza atarak dünya kupasına katılıyor ve eleniyor. Sonrası ise şöyle ;


1996 Avrupa Şampiyonası - Katıldı ( Tarihinde ilk kez )
1998 Dünya Kupası -Yok
2000 Avrupa Şampiyonası - Çeyrek Final
2002 Dünya Kupası - Üçüncülük
2004 Avrupa Şampiyonası - Yok
2006 Dünya Kupası - Yok
2008 Avrupa Şampiyonası - Üçüncülük
2010 Dünya Kupası - Yok
2012 Avrupa Şampiyonası - Yok

Bu süre içinde milli takım 6 teknik direktör değiştirmiş. Bunların 5'i yerli 1'i yabancı.
Sayısız futbolcu değişmiş , federasyonlar değişmiş , kulüpler bazında ilerlemeler kaydedilmiş fakat milli takım başarısız olmuş.

Kabaca bakacak olursak milli takım , ülke futbolunun belli bir kademeye (ingiltere'den umumiyetle 8 gol yediğimiz yıllardan sonra) geldikten sonra 1 turnuvaya katılmış 2 turnuvayı boş geçmiş. Katıldığı turnuvaların hemen hepsinde iyi dereceler almış ve turnuvalara renk katan bir takım olmuş.

Peki bu bizi futbol ülkesi yapar mı ?


Yıllar önce Fenerbahçe'nin kovduğu Hiddink'i sanki bir büyücü gibi ülke milli takımının başına getirip akıl almaz şartlarla dolu bir kontrat imzalatan TFF , bugün aynı teknik direktörü kovmaktan beter ederek uzaklaştırdı. Önemli olan isimler değil , Hiddink'i buraya bu şekilde getiren dönemin TFF yönetimi bile olsa aynısını yapacaktı.
Peki burada soran nerede ? Eleme turu ilk maçında evinde Hırvatistan'dan 3 gol yiyen ve pozisyon bulamayan milli takımın bu günlere gelmesini ne sağladı ? Hiddink'in beceriksizliği! mi yoksa kulübeden çıkmadan maç izlemesi mi ? Yoksa Avrupa Şampiyonası üçüncüsü olan futbolcuların yeteneksizliği! mi ?

Ben hikayeyi farklı bir şekilde ele almak istiyorum.

Maddi gücü belli , popülasyonu sınırlı bir ülke olan Hırvatistan'ın Yugoslav köklerinden kopup geldiği kısacık süre içinde başardıkları yahut ulusal takımının neredeyse kayda değer hiçbir başarısı bulunmayan İspanya'nın son 4 yıl içinde katıldığı 2 turnuvanın da tartışmasız favorisi olması ve kupayı kaldırması buna örnek olabilir.
Peki bu iki bacaklı iki kollu adamların bizden fazlası nedir ?

Cevabı bulmak için şu an dünya futboluna damgasını vuran Barcelona'nın 5 yıllık tablosunu incelemek yeterli olabilir.

Uzun yıllardır süre gelen futbol anlayışı , altyapılaşması ve süreklilik kavramlarına baktığınız zaman La Masia'dan Camp Nou'ya uzanan bu süreci incelemek fazlasıyla yeterli olacaktır. Futbolcunların belli bir teknik eğitimin yanında daha çok mental olarak eğitildiği bu tip sistemlerde konu futbolculardan çok sistemin üzerine yoğunlaşır. Cruyff'un tohumlarını attığı 4-3-3 sisteminin torunlarını izlememize sebep olan bu sistematik duruş ülkemize maalesef hiçbir zaman uğramadı.

Aldığımız onca çılgın sonuç , metafiziksel konularla açıklanmaya çalışılan başarılar ve dahası hep bu konuya çıkıyor. 2008'de yarı finale adım adım değil kıçın kıçın giderken 90+'larda gelen gollerin açıklaması da bittabi burada yatıyor. Tabi ki sistemin ve performansın da etkili olduğu bu dönemlerde bizi asıl iten duygularımız oldu. Örneğin turnuva boyunca kötü futbol oynayan bir takımın turnuvanın favorilerinden birisi olan Almanya karşında onca eksiğe rağmen turnuva boyunca oynadığı en yi futbolu sergilemesi ve son dakikalarda yediği golle elenmesi.
Oraya baktığınız zaman , turnuva boyunca bize sonucu getiren uzatma gollerinin işin uzmanı Almanya'ya aynı etkiyi yapmamasını da göreceksin. Dünya iki kutuba bölündüğünden beri disiplinini bozmayan Almanlar'ın dillere destan disiplini karşısında erimemizin neticesi de ağır oldu zaten ; o turnuvayı takip eden 2 turnuvayı da kaçırdık.


Peki Hiddink'in gidişi sonrası göreve gelen Abdullah Avcı'yı ve bizleri bekleyen senaryolar neler ?

Sistemin hiç değişmediği , altyapının öneminin inatla anlaşılmadığı ve skor yorumcularının köşeleri doldurduğu Türk futbolu yeni bir kaos dönemine daha giriyor olabilir. Bütün bu değerler revize edilmediği sürece Abdullah Avcı'yı bekleyen son da aynı olacaktır.

İşin en acı kısmı ise şu ; büyük kulüplerin başkanları tarafından taraftarları yatıştırmak adına yem edilen yetenekli yerli teknik direktörlerin bir uzantısı olarak bu işin milli düzeyde de yapılması Türk futbolunu sürekli geri götürüyor. Rakip taraftarları deplasmana almama kararı vererek fubolu baltayanlar kendi basiretsiz yönetimlerini başarılı insanları kazana atarak perdeliyor. Biz futbol takipçilerine ise bu derin konuları dost sohbetlerinde rakı mezesi yapmak ya da buralara özetleyerek yazmak kalıyor. Ne kadar konuşsak az diye ekleyerek.


Kolay gelsin Abdullah Avcı , işin futbol sahasından daha öte zor.


Tarihe Not : Yabancı teknik direktörler için dev maaşlar , inanılmaz maddeleri olan kontratlar hazırlayan TFF yönetimi Abdullah Avcı'nın "Söz konusu milli takım olunca para konuşulmaz" cümlesi ve düşüncesi itibariyle kendisine Hiddink'in maaşının çeyreği gibi bir rakamı uygun görmüştür.

26.09.2011

#1 Vaktiyle : Anthony Yeboah


Alman takımlarından Hamburg'un oynadığı lig maçının özeti veriliyor , sene 1998 falan. Televizyonun başında şaşkınlıkla , o güne kadar neredeyse hiç görmediğim bir gol atıyor Yeboah ; top önce üst sonra sol direğin içine çarpıyor , direk sallanıyor ve gol oluyor...

O anı takip eden yaklaşık 1 sene boyunca , beden derslerinde yaptığımız maçları o isimle oynuyorum ; Yeboah. O gol gibi gol atabilmek için topun vurmadığım yeri kalmıyor. Daha sonra öğreniyorum tabi Yeboah'ın o tip golleri fazlaca attığını. 10 yaşındaki bir çocuğun hayallerine yakışır bir kariyeri olan o adamı sabahın 6:33 sularında anmamın ve her üst direğe uğrayan golü gördüğümde "Yeboah !" diye mırıldanmamın ufak bir eseri olarak şu videoyu sizlerle paylaşıyorum ;

20.09.2011

40 Bin Kadın ve Çocuk > Futbol


Fanatizm , kavga , kan , nefret ve tribün ağaları.

Taraftarları gırtlak gırtlağa getiren sözde spor yazarları , güya efsane başkanlar ve amigolar.


Dün , yani 20.09.2011 tarihinde , bu sezon alınan bir kararla
"seyircisiz maçlara kadın ve çocukların gitmesi" maddesinden sonra bir ilk yaşandı. Diğer kulüpleri bilmiyorum fakat Fenerbahçe futbol kulübü tarihi boyunca ilk kez sadece kadın ve çocukların olduğu bir maça çıktı sahasında. Geçen sezonlarda boş kalan tribünler bu kez ağzına kadar dolu , suskun tribünler bu kez neredeyse hiç olmadığı kadar coşkuluydu. Kadınları "erkek işi bu sen elinin hamuruyla karışma !" diye işin dışına iten bir takım erkeklere enfes bir cevap , suratlarına inen sert bir tokat oldu bugün. Ve bizler ilk kez bir maçı en ufak bir taşkınlık olmadan takip edebildik.


Kadının adının olmadığı ülkede isimlerini 22 erkeğin oynadığı bir maça altın harflerle kazıdıkları için bir
Galatasaray taraftarı olarak stadı dolduran bütün rakip takım taraftarı kadınlara , çocuklara teşekkürler ediyorum ve günah çıkartarak yazımı sonlandırıyorum ;

Fanatizmi biz erkekler başlattık , sizler bitirin inşallah.



28.08.2011

Finalleri Kaybeden Fransız : Arsene Wenger


Standart bir futbolculuk kariyeri sonrası teknik direktörlüğe adım attığı ilk günden beri sürekli bir çıkış içinde olan Arsene Wenger'in kısa ama futbol hüznü taşıyan hikayesi...

Kimilerine göre çok iyi bir muhasebeci , kimilerine göre çok iyi bir antrenör. Fakat kesin olan bir gerçek var ki ; kesinlikle kazanan bir adam değil.


İlk yıllarını atlayarak
AS Monaco döneminden devam etmek istiyorum. Fransız kulübünde yavaş yavaş aşıladığı futbol anlayışı ve altyapı konusunda gösterdiği hassasiyet meyvelerini vermişti. 1987 yılında geldiği kulübü 4 yıl içinde Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nda final oynatan teknik adam , kariyenin ilk avrupa kupası finalini Werder Bremen'e kaybediyordu ve bu ilk olmayacaktı. O yıllarda altyapıdan A Takıma kazandırdığı Thierry Henry ile yolları 1996 yılında kesişecek ve meyvelerini toplayacaktı. Tabi daha hikayenin o kısmına gelmedik.

AS Monaco yıllarına
Japonya'ya gitmek için son veren Arsene Wenger , yeni kulübü olan Arsenal'e eli boş gitmedi , kazandığı kupayı da yanında getirdi.

1996 senesinde belkide kendisinin bile hesap edemeyeceği kadar uzun sürecek Arsenal kariyeri başlamıştı. Arsenal'e farklı bir çehre kazandırmak adına daha hızlı ve skora ulaşabilen bir kimlik kazandırmak için verdiği bütün çabalar göreve geldiğinin 4. yılında meyvesini verdi. Aynen AS Monaco'da yaptığı gibi. Bu kez Uefa Kupası'nda finaldeki rakibi tanıdık bir takımdı ;
Galatasaray.
Aynen kendisi gibi 1996 yılında takımındaki görevine gelen ve prese dayalı hızlı bir futbol anlayışını benimseyen meslektaşı Fatih Terim'e penaltılar sonrası 1-4 mağlup olmaktan kurtulamadı ve kariyerine
kaybettiği ikinci finali ekledi.

O gün orada olanlar başka bir yazıda ayrıca yazılabilir , özellikle AS Monaco'dan ilk göz ağrısı Thierry Henry'nin yaptığı enfes kafa vuruşunu daha enfes şekilde çıkaran Taffarel konusu ama neticede fransız yine kaybediyordu ve takımına yeni bir vizyon eklemesi gerektiğine inanmaya başlamıştı.

Hikayeyi hızlıca ileri alıp 2006 yılına geldiğimizde bu kez Uefa Şampiyonlar Ligi'nde final oynuyordu. Takımının başındaki 10. yılını avrupanın en büyük kupasıyla süslemek isterken o sene kadrosuna kattığı isimler şunlardı ; Theo Walcott , Emmanuel Adebayor ve Alexander Hleb.
Bu oyuncuların ve mevcut kadrosunda bulunan isimlerin hiçbirisi finaldeki rakipleri Barcelona'yı yenmeye yetmedi. Maçı Barcelona 2-1 kazandı ve kupayı kaldıran takım oldu. Bu maçta rakip takımının teknik direktörü ise Türkiye'de gösterdiği performans yerden yere vurulan
Frank Rijkaard idi.

Bu maçla ilgili enteresan bir not ise ; Arsenal'in kadrosunda bulunan ve Arsene Wenger'in Barcelona altyapısından adeta kaptığı
Cesc Fabregas.


Bu finalden 1 sene sonra oynanan ve 8-0 ev sahibinin üstünlüğüyle biten Liverpool - Beşiktaş Şampiyonlar Ligi grup maçı için
"Böyle takımların bu tip turnuvalara alınmaması lazım" beyanatını veren Arsene Wenger için bütün bu yazdıklarımın çıkış noktası ise dün oynanmış olan Manchester United - Arsenal maçının skoru.

Finalleri kaybeden Fransız , Old Trafford'dan 8-2 gibi tarihi bir hezimetle ayrılırken şu sözleri söyleyerek bütün yazının kısa bir özetini çıkarır gibiydi ;

"8 gol yiyince aşağılanmış gibi hissediyorsunuz"


Sanırım tek problemi 8 gol.

26.08.2011

Balotelli Tiyatrosu


Bahsi geçen futbolcu Mario Balotelli olunca futbol severler tarafından kurulan ilk cümle kuşkusuz "sorumsuz yetenek" oluyor. Önce Mourinho'yu çıldırtan , ardından akıl almaz bir transfer politikası izleyen Manchester City tarafından -tabi bu transferde Balotelli'ye fazlasıyla güvenen Mancini'nin payı çok büyük- satın alınan futbolcu , burada yaptığı sansasyonel hareketler yüzünden yine istenmeyen adam haline geldi.

Gana asıllı İtalyan olabilmeyi başaran , her fırsatta İtalyan olduğunu vurgulayan Balotelli , Inter forması giydiği zamanlarda AC Milan için söylediği güzel sözler yüzünden Inter taraftarından da kesik yemişti.


Hikayenin beni ilgilendiren ve aktarmak istediğim kısmı ise çok başka ; internette futbol severlerin birbirlerine en çok gönderdikleri o meşhur videonun kahramanı kendisiydi :


Bu video konuşulurken , takım arkadaşı Dzeko şöyle bir şey yapmış ;