26.05.2015

20 Sevinç 4 Yıldız



Üçüncü yıldız gibi dördüncü yıldızı da ilk Galatasaray taktı,  koreografiden 1 gün sonra hedef de yerini bulmuş oldu.

Bu şampiyonluk Ünal Aysal'dan Prandelli'ye, Hamza Hamzaoğlu'ndan Duygun Yarsuvat'a kadar herkesin payı olan bir şampiyonluk. Kultu olsun.

25.05.2015

Hamza Hamzaoğlu ve Bilic: Şampiyonluk Şarkısı


Maç efsanevi bir koreografiyle başladı.


İki takımı bütün verileriyle ortaya koyduğumuzda hangisi ağır basar? Kadro kalitesi, teknik direktörler, yönetim, gelenekler, stadyum, finans, tarih...

Beşiktaş'ın diri futboluyla 32 hafta sürdürdüğü yarışı hayati bir derbi öncesi Konya'da bırakması tesadüf değildi. Genç bir kalecinin sosyal medyada paylaştığı bir cümleyle (Galatasaray'ın golüne yönelik olarak eleştirisi) başlayan ve Bilic'in risk yönetimini başaramadığı bir noktada son bulan maratonu Galatasaray daha faydacı biçimde sürdürüyor.


Takımlar sahaya 4-2-3-1 dizilimiyle başlayıp yer yer değişti değişmesine ama Galatasaray bunu o kadar bilinçsiz ve plansız yaptı ki: oyunun bilhassa son 40 dakikasında (ilk yarının başlama düdüğünden sonraki 5 dakika ortada kaldı) tamamen Beşiktaş'ı izledik. O bölümde Beşiktaş değil de başka bir takım olsaydı -Arsenal örneği açık- maçın skoru da farklı olurdu.

Kadrolara baktığımızda iki takım için de çok büyük yanlışlardan bahsedemeyiz. Belki Galatasaray'da Hamit yerine Emre Çolak 11 başlayabilir, oyunun ilerleyen bölümlerinde top saklaması için oyuna dahil olabilirdi. Neticede oyuna iyi başlayan ve bunu devam ettiren Beşiktaş oldu ki baskı altında olmadığı zamanlar çok iyi futbol oynadığını herkes biliyor. Sanırım bu durumdan haberdar olmayan ya da olmak istemeyen tek isim Hamza Hamzaoğlu'ydu; oyununun başından sonuna kadar neredeyse hiç müdahele etmediği gibi ilk değişikliğini 65. dakikada Burak Yılmaz - Umut Bulut olarak yaptı. Umut Bulut'un oyuna Burak Yılmaz'dan fazla ne kattığı da ortada.

Beşiktaş'ın maç boyunca koşu bandı gibi kullandığı sağ kanatta Telles'e müdahele etmemek neyse ama Telles'in önündeki koridoru daraltmamak faciaya davetiye gibiydi. O bölgeye yardım etmek hevesiyle Melo'nun iki katı efor sarf etmesi yersiz pozisyon ve faullere de sebep oldu. Aynı şekilde Sneijder'in gole kadar üçüncü bölgede topla neredeyse hiç buluşamamasında da bu hatanın payı vardı. İşin ilginç tarafıysa Hamza hocanın bütün bu olanları izlemekle yetinmesiydi.

Beşiktaş'ta Atınç, tecrübe eksikliği sebebiyle 1-2 pozisyon hariç kusursuz oynadı. Hatta o kadar agresif ve iyi oynadı ki; 1 pozisyonu hariç (hakem faulü verdi) Burak Yılmaz'a adım attırmadı. Bu noktada Burak'ın oyundan çıkarken verdiği tepki ''Benim yerime Umut'u mu alıyorsun?'' değilse haklı olduğunu da söyleyemem.
Diğer tarafta Opare bu kadar diri oynarken üstüne giden bütün Galatasaray oyuncuları topu rakibe vermek zorunda kaldı. Bu kısımda Hamza Hamzaoğlu'nun neden Bruma'yı tercih etmediği -kaldı ki Galatasaray neredeyse bütün oyunu kendi sahasında kabullendi- muamma. Galatasaray adına oyun tam bir Squasha dönüştü; kanatlardan gelen bütün ataklar ya kaleye bir şutla sonuçlanıyor ya da göbekte Melo'nun da katkısıyla duvara geri dönüyordu. Galatasaray kontra atakla ilerletmeye çalıştığı oyunda bunu yapabilecek oyunu ve oyuncuları da kullanmayınca konu kabusa dönüştü.

Beşiktaş'ta Bilic'in maça Olcay'la başlamaması doğru hamleydi fakat Oğuzhan tercihi hatalıydı. Zaten kalan değişiklikler de eldeki oyuncularla son çırpınışlardı. Skor 1-0 giderken Beşiktaş'ta Demba Ba girdiği pozisyonlardan birisini gole çevirseydi maçı da Beşiktaş kazanırdı. Hamza hocanın maç sonundaki ''Beşiktaş bizden daha iyi oynadı'' cümlesi de aslında kendine yaptığı samimi bir eleştiriden de öte ihbar niteliğinde oldu.

Maç boyunca Galatasaray'ın attığı goller dahil olmak üzere planlı programlı tek bir pozisyonu olmamasını kazanmak zorunda olduğu ve temkinli çıktığı bir maç atmosferine bağlamak mümkün fakat bu kadar çok pozisyon vermenin ve önlem almamanın bir açıklaması olamaz. 4-5-1'den bozma taktiğin tezahürü de esasında bu -italyanlar bunu sıklıkla yapar- ama bu taktikte topun sizde kalmasını sağlayacak bir unsur ve rakibin kanatları kullanmasına mani olacak bir anlayış da şart. Aynı şekilde Mourinho'nun zaman zaman 4-6-0'a dönen o meşhur kilidi de bunun üzerine kuruludur ama orada bu tip pozisyonlar vermeden rakibi çizgilere itersiniz.


Günün sonunda kazananın Galatasaray olması ne bugün ne de yarın için olumlu bir işaret değil. Ligin bu haftaları kazanmanın mecburiyete dönüştüğü ve önem kazandığı dilimler olsa da rakibin 4-5 net gol pozisyonuna girmesini açıklamıyor. Galatasaray bireysel yetenekli oyuncularının golleriyle maçı kazandı ama bu 90 dakikanın da, ligin de hakkı Beşiktaş'ın olarak hafızalara kazındı.


Yıllardır hayranlıkla izlediğim Sneijder'in hemen her hafta olağanüstü gollerini Galatasaray forması altında atması da ayrı bir keyif benim adıma. Kıyaslamak gibi de olabilir fakat doğruya da yanlış diyemeyiz:

Günay Güvenç: ''Haftaya kalede üzerine gelen topta elini çeken bir kaleci olmayacak''
Sneijder: (Beşiktaş'a golü olmadığının hatırlatılması üzerine) ''Bunu haftaya göreceğiz''

Günay, Torku Konyaspor maçında kornerden, Galatasaray maçında 2 gol yedi.
Sneijder, Beşiktaş maçında gol attı.

Futbol adaletsiz bir oyun değil, sadece futbolcular farklı.








3 Büyükler ve 33 Hafta



Futbolun adaleti hem yok, hem var.

Ligimizde 33 hafta geride kaldığında 3 büyüklerden en akıcı futbolu oynayan ekibin üçüncü, en plansız takımın liderliğini izliyoruz. Ligin seyrinin hep bu ölçüde ilerlemesi. Lider hemen her hafta değişiyor ama yarışı temel unsurlarıyla etkileyen bir şey yok. Çünkü 3 büyük takımın da zaafları var. Konuya Fenerbahçe ile başlayalım.


Fenerbahçe

Bazı takımları hocalar, bazı hocaları takımlar taşır. Özellikle Türkiye gibi futbolun saha dışında fazlasıyla etkin olduğu ülkelerde futbolu en az teknik direktörler yönetir. Bana kalırsa Fenerbahçe'nin geçen sezon da dahil yaşadığı şey tam olarak bu. Nasıl ki Ersun Yanal kazanma alışkanlığı olan bir hoca değilken Fenerbahçe sezonu bu alışkanlığıyla tamamladı, aynı şekilde İsmail Kartal'ın Fenerbahçe macerası da böyle.
Fenerbahçe ligin başından bugüne kadar Mehmet Topal, Caner Erkin, Sow, Webo, Emre Belözoğlu gibi takımın bel kemiği isimleri haricinde kesin bir plan ortaya koyamadı. Geçen sezon maçlarını orta sahanın müthiş baskısı ve temposuyla domine eden Fenerbahçe'nin bu sezonu daha çok bitirici ayaklara teslim etmesi de bu yüzden. Planın tamamen dışındaki bir Diego'nun dahiliyetiyle Alex sevdasına düşmenin de faturası bu. Fenerbahçe son hafta şampiyon da olabilir, bugün puan kaybedip son haftaya Galatasaray'ı şampiyon da sokabilir ama gidişatın doğru olmadı açık. Diğer iki büyüğün de yaşadığı gibi B planı olmayan bir teknik direktörle buraya kadar gelmenin sebebi de ligin kalitesizliğinden ibaret. Oysa İsmail Kartal, rüzgarı arkasına almanın bir adım önüne geçip taşları yerinden oynatmaktan vazgeçseydi Fenerbahçe ligi yine domine edebilirdi. Zira lig kalitesinin üstünde bir orta saha fiziği ve kanatları olan Fenerbahçe, standart baskıcı futboluyla da ipi rahatça göğüsleyecekti. İşin bu kısmında İsmail Kartal biraz çekingen davranarak topu futbolculara bıraktı ve gitti. Zaten evindeki Galatasaray ve Beşiktaş derbileri de futbolcularının mahareti.


Beşiktaş

Beşiktaş bahsedildiği gibi ligin kadro kalitesi kötü takımların biri değil. Beşiktaş'ın mevcut kaleci triosu bile ligin ilk ikisinde. Bu konuda Galatasaray'ın Muslera'sız neler yaşadığı malum. Defans dörtlüsü için tabiki bir şeyler söylenebilir ama temposu bu seviyedeki ortalama yarışmacı bir lig için yetersiz olduğunu söylemek zor. Üstelik Fenerbahçe'nin defans bölgesinde yaşadığı sakaklıklar, Galatasaray'ın beklerinin yetersizliği ve stoper bölgesindeki sakatlıkları da göz önüne alındığında işler karışıyor. Böyle bir tabloda Bilic'in topu ileri hızlıca taşıyabilen orta sahaları ve bitirici ayakları da iş görüyor. Açıkçası ben sakatlıklardan arınmış bir Mustafa Pektemek'in harika işler yapabilecek potansiyelde olduğunu bile düşünüyorum. Kaldı ki yetenekleri fakrlı yönde aşırı abartılsa da sırtı dönük oynamayı çok iyi bilen bir Demba Ba faktörü de açıkça ortada.

Beşiktaş'ı buralara getiren ama sonuca gitmesine mani olan faktör ise hepsinden daha önemli; Beşiktaş yönetimden teknik heyete, futbolcusundan basınına kadar bu yükü kaldıracak seviyede değil. Risk altında oynadığı neredeyse bütün maçları kaybeden Bilic (işin bu kısmında sorumlu kendisi) derbilerde de bu hep bu yüzden başarısız oldu. Dün oynanan Galatasaray derbisi de dahil olmak üzere doğru kadroları çıkaran ama B planı olmayan bir hoca olarak öğrenme sürecini Beşiktaş'ta geçirmesi de ufak bir talihsizlik. Oysa Bilic'in rakibi abandone eden futbolu (hızlı, kanatları kullanan ve ileride top tutabilen anlayış) Beşiktaş'ı mevcut yarışın son 2 haftasına kadar getirdi.

Dün oynanan Galatasaray - Beşiktaş maçı da aslında ligin özeti gibiydi; Beşiktaş oynadı, Galatasaray gol attı. Futbolun adaletini biraz da ne kadar arzuladığınız belirliyor ve Galatasaray şampiyonluğu Beşiktaş'tan daha çok arzuladı. Bu maçta da gördüğümüz üzere baskı altında olmayan bir Beşiktaş, rakiplerine kabus yaşatabiliyor. Fakat kazanmak başka bir noktada başlıyor.

Hepsinden öncesinde Bilic takımını rehabilite edemedi. Hemen her derbide kart rekoru kıran, futbol dışında agresif bir takımı oyun içinde yönetecek hamleleri de yapamadığı için ülkeyi derbi zaferi alamadan ve kupasız terk ediyor.


Galatasaray

Lider Galatasaray'da Hamza hocanın takımın başına geldiği Aralık ayından itibaren Galatasaray ciddi bir kazanma yüzdesine sahip. Ligde 16 maçta 11 galibiyet, 3 beraberlik 2 mağlubiyet almış. Geldiği günü Gaziantep deplasmanı da baz alsak 11 hafta sonunda puan durumu:

Beşiktaş 23
Galatasaray 22
Fenerbahçe 21
Mersin İY 20

Tarihin en kötü futbollarından birisini oynayan Galatasaray'ın o haliyle bile liderin 1 puan gerisinde olduğu sezonda biraz da rakipleri konuşmak lazım. İlk haftaları baz almak anlamında söylemiyorum ama Mersin'in 20 puan aldığı bir tabloda 3 büyüklerle arasında 1-2-3 puan fark var. Üstelik Galatasaray ve Fenerbahçe sezona yeni hocalarla girmiş, takımlar kondisyonlarına kadar kötü.
Mevcut noktada Galatasaray'ın o dönemki en verimsiz oyuncularının başında Selçuk İnan geliyor. Selçuk'un iki italyan hocayla da uyumsuzluğundan bahsetmeye bile gerek yok sanırım. Bugüne geldiğimizde ise Selçuk'un sadece skorer anlamdaki katkısı bile muazzam.

Bütün bu verileri ele aldığımızda Hamza Hamzaoğlu başarılı mıdır? Evet. Fakat benim için bu başarı İsmail Kartal'ın başarısından öte değil. Elbette Hamzaoğlu'na sezon başı kampı da dahil olan bir sezon verip öyle bakmak lazım ama Galatasaray'daki 6 aylık görevindeki taktik hamleleri onun bu koltukta efsaneler arasına girmesini engelliyor.

Hamza Hamzaoğlu'nun son olarak Beşiktaş derbisindeki futbol anlayışı ve müdahaleleri şaşırtıcı derecede kötüydü. Bu maçı detaylıca başka bir blog yazısında yazarım.


Finaldeki Çizgiler

3 büyükler içindeki en iyi hoca Bilic sezon sonu takımdan gönderiliyor. Yarışmacı bir hoca olmayacağı açık, bundan sonraki kariyerinde de inanılmaz başarılara imza atacağını düşünmüyorum ama yapabileceği en iyi tercihin orta sıralardaki bir ingiliz takımı olacağını düşünüyorum. Zaten sezon içinde ingiliz takımlarıyla oynadığı maçlardaki performansı da buna uzak olmadığını gösteriyor. Beşiktaş'a bakarsak gelecek sezon başarılı olmak istiyorsa kriterlerine uygun bir hoca bulmak zorunda -Bilic'ten daha uygun bir isim kolay olmayacak- bekleyip göreceğiz.


Fenerbahçe'nin lig yarışı bitmedi ama hoca yarışı daha şimdiden başladı. Yönetim her şeye olduğu gibi buna da tepki verip bir yıpratma politikası olarak algılıyor olsa bile ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Üstelik Fenerbahçe yönetiminin böyle bir sezondan sonra hoca değiştirmeyeceğini düşünmek hayalcilik olur. Basında Klopp ve Ancelotti isimlerini konuşuluyor fakat ikisi de zor ihtimaller. Bana kalırsa Klopp'un sezon içindeki Türk futbolu tespitleri ve gelişime açık kariyeri ihtimali sıfırlıyor. Ancelotti'nin de Real Madrid'den sonra -ki uzun zamandır beklenen bir ŞL kupası rozeti de var- tercihinin Fenerbahçe olması zor. Fenerbahçe'ye Ligue 1'dan bir hoca gelebilir, isabetli de olur.

Sezon sonunda ipi göğüsleyen taraf olur mu, şampiyonluğu ve dördüncü yıldızı ezeli rakibine mi verir bilemiyorum ama kadroda da revizyon olacaktır.


Galatasaray'ın Hamza Hamzaoğlu tercihi biraz daha duygusal, futbolcuların hislerine yönelik bir tercih gibi duruyordu. Açıkçası fikrim değişmedi, hala aynı şeyi düşünüyorum. Tabi bu durum bu tercihin ligin ortasında yapılabilecek yegane değişiklik olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Yine de hedefi avrupa olan bir Galatasaray'ın berbat geçen bir ŞL sezonundan sonra takımı Hamza Hamzaoğlu'na emanet etmesi de kumar olacak.
Türk futbolcusunun yabancı hocalara tavrını düşünecek olursak bilhassa Mancini, Prandelli gibi ekol sahibi hocaların uyumsuzluğu da ortada. Prandelli döneminde sahada yokları oynayan Selçuk, Yasin gibi isimlerin performanslarındaki yükselişi de direkt olarak hocaya bağlamayı doğru bulmuyorum. Bir futbolcunun saha içinde koştuğu mesafeden pas yüzdesine kadar bütün verilerinin bu kadar değişkenlik göstermesi mümkün olmadığı gibi samimi de değil. Gelecek sezon Galatasaray için de ilginç olacak.