24.09.2012

Burak 'Y(ık)ılmaz'


Şahsen Galatasaray'a transferine en soğuk baktığım isimdi Burak Yılmaz ; Geçen sezon takımının gollle burun buruna yegane adamı , maç başına yakaladığı 5 pozisyonun birini gol yaparak 30 gol barajını geçen hızlı adam...

Bu sezona cezası nedeniyle Beşiktaş maçıyla , üstelik deplasmanda başladı. Penaltı olmayan pozisyonda takımına penaltı kazandırması bütün hafta konuşuldu , hırsızın tillahı ilan edildi. Doğrudur , yaptığı şey kabul edilir değil ama ligin son gol kralının hakkında yazılanlar sürpriz transferi dışında bunlar olmamalıydı.

Burak Yılmaz eleştireleri inanılmaz bir kuvvetle bertaraf etmesinin yanında saha içinde de beklenenden fazla ve hızlı evrildi , bencil oyun yapısından ve faul almaya yatkın oyun kimliğinden sıyrılıp başka bir oyuncu oldu. Önce Arena'da oynanan Bursaspor maçında golünü atıp penaltı alabileceği bir pozisyonda ayakta kalmayı tercih etti , ardından Antalyaspor deplasmanında mükemmel bir frikik golünü yine penaltı alabileceği pozisyonda yıkılmayarak taçlandırdı.
Burak , bir futbolcunun kısa sürede nasıl aşama kaydedebileceğini ve iyi ellerde bir futbolcunun nasıl kabuk değiştirebileceğini gösterdi. Önce Şenol Güneş ve akabinde Fatih Terim sihri ile geçmişiyle bağlantısız bir adam ortaya çıktı.

Şimdi mükemmel basına düşen bunu da yazmak olur.

20.09.2012

Manchester United -Galatasaray : Stark Enstitüsü


İlk ve son 10 dakikası temel çizgileri barındıran , arada geçen 80 dakikada detayların işlendiği bir maç oldu Manu - Galatasaray maçı. İngiliz basını ve özellikle Manchester cephesinin kuralar çekildiği günden beri bitmeyen 93 anıları , Galatasaray'dan çekindiklerini her fırsatta dile getirmeleri ve dahası.

Galatasaray maça çok iyi başladı ve henüz maçın başında penaltısı Wolfgang Stark'a takıldı. Esasında o pozisyonda da son dakikalarda Aydın'ın pozisyonunda da karar olayın içindeki 3 hakemin de kararıydı. Bu tip pozisyonlardan sonra hafızam beni çizgi hakemi uygulamasının ilk zamanlarında oynanan Galatasaray - Atletico Madrid maçına götürüyor ; deplasmanda rakibiyle 1-1 berabere kalan Galatasaray evindeki maçı 1-1 götürürken Caner Erkin'in gözünün önünde düşürülmesine penaltı çalmayan çizgi hakemleri demek ki hiçbir kademe atlayamamış. Vasfı olmayacaksa bari kalabalık etmesinler.


Maç hakkında Galatasaray'ın direkle temaslı 3 topu , son paslarda etkili kullanılamayan ataklar , Hakan Balta vs. Valencia , Hamit ve elbette Muslera başlıklarını atmak şart ;

* Tahmin ediyorum Muslera dün gece bonservisini de katladı. Kurtardığı pozisyonların yanında çıkardığı penaltıyla birlikte övgüyü sonuna kadar hak etti Muslera.

* Hakan Balta hiçbir zaman üst düzey bir kondisyon ya da temposu yüksek maçlarda ileri gidip - gelmeleri vaadetmedi ama dün hiçbir pozisyonu boş geçmeden hepsinde çalım yiyerek bıçağı kemiğe dayadı. Danny sık sık Hakan'ın kademesine girmeseydi maç faciaya dönüşürdü.
Danny demişken , soğukkanlılık ve gereksiz risk almak arasındaki farkın en dip sınırlarında dolaştığını es geçmemek lazım.


Direkten dönen toplara bakıldığı zaman hemen hemen üç pozisyon da çok organize değildi. Zaten Galatasaray dün organize gelebilecek kadar alan bulamadı , kontra atak yapabilecek kadar -rakibine göre- diri değildi. Umut'un zorunlu değişikliği , Melo'nun oyundan çabuk düşmesi , Hakan Balta'nın hataları , Elmander'in etkili oynayamaması ve belki en çok Selçuk'un beklendiği kadar risk almaması işi değiştirdi.

Nani'nin durmayan oyunda topu eliyle durdurması ve kart görmemesi ilginçti. Oyunun hızlandığı ve Manu'nun yorulduğu anlarda dakikalarda tempoyu düşürmek adına duran top kazanma istekleri ve o duran topları uzun sürelerde kullanmaları enteresandı. Hepsini bir kenara koyacak olursak o meşhur kornerde yaklaşık 70-80 saniye boyunca koca Old Trafford'dan istenen niteliklerde top çıkmaması skandal olabilir.


Uzatmadan : Manchester United maçı kazanarak gruba 3 puanla başlamayı başardı. Burada Galatasaray için önemli olan topa hakim olabilen , pas yapabilen ve mücadele eden bir yapıya sahip olan takım kimliğine bürünebilmekti ki Galatasaray bunu çok iyi yaptı.




7.09.2012

Birini "Kesme" Hastalığı


Hiddink sonrası milli takımın başına gelişiyle beni en çok umutlandıran insan olmuştur Abdullah Avcı. Kariyerine baktığınızda çok başarılı geçmiş bir İBB dönemi var , göz ardı etmek mümkün değil. Konuyu uzatmadan neticeye geliyorum. Bu ülke topraklarında yetişip milli takım düzeyine kadar çıkmayı başaran en yetenekli isimlerden birisi Selçuk İnan. Günümüz futbolunda hayran olduğumuz her türlü sistemin mimarı orta sahanın göbeğindeki oyuncular. Bugün nasıl ki Xavi olmasa Messi olmazdı , Selçuk olmadan da Galatasaray ve milli takımda kimse olmaz.

Dün akşam Hollanda'ya evinde 2-0 mağlup olduk , normal şartlarda kimsenin itiraz edeceği bir sonuç değil. Sorsanız Hollanda'nın ilk golü duran top , ikinci golü gol değil. Dönüp tabelaya bakıyorsunuz durum da hiç öyle değil. Oyunu biraz seyrettiğinizde ileri top taşıyamayan , duran top ve adı kanat organizasyonu olan -belli oyuncuların yeteneğine kalmış- bir sistemle sahadayız. Arda Turan forvetin hemen arkasında oyuna başlıyor ve futbol hayatı boyunca yapmadığı işlerin altına giriyor. Hamit 45 dakika döküldü , Emre Belözoğlu iki önemli top kaybıyla iki net pozisyona mahal verdi , Sercan Sararer içeri top taşımakta kötü , Mehmet Topal hep olduğu kadar sadeydi. En komiğini sona sakladım ; 4-3-3! sistemine uyum sağlaması için sahada olan Tunay'ı sadece ilk yarının sonlarında Umut Bulut'un kafa vuruşundaki ortasında gördük. Bu arada Umut Bulut hava toplarında iyiden iyiye uçmaya başladı , hayırlısı.

Bütün bu aksaklıkların sonrasında bana göre yapılması şart olan en önemli değişiklik Arda'yı 3'lü orta sahanın soluna çekip Emre'nin yerine ortaya Selçuk İnan'ı almaktı fakat Abdullah Avcı bunun yerine Emre'yi 1 senedir futbol oynamayan Nuri Şahin ile değiştirdi.

Ben yazıma tam bu noktada son verirken kimseyi amansızca eleştirmediğimi belirtmek istiyorum. Varsın bazı sorular cevapsız kalsın , tarih tekrar etmesin yeter.