22.06.2016

Dönmüyoruz Çünkü Hiç Gitmedik



''Buralara kadar gelen bizleriz, saygıyı hak ediyoruz.''


Eleme grubuna müthiş kötü başladık, son dakikalarda Selçuk İnan'ın friğiyle başlayan mucizeler serisiyle turnuvaya direkt gitmeye hak kazandık.

Turnuvadaki maçları tek tek ele alalım:

Hırvatistan: Kalemizde 19 şut görmüşüz, rakibe 37 kez orta fırsatı vermişiz, 2 top direkten dönmüş, bizden daha çok koşmuş. 1-0 mağlup olduk.

İspanya: Kelmizde 18 şut görmüşüz, rakip %61 topla oynamış, bizden daha çok koşmuş. 3-0 mağlup olduk.

İlk iki maçta stoperde Mehmet Topal ve Hakan Balta'yı tercih eden Terim, Emre Mor'u da sadece Hırvatistan maçının son 20 dakikasında oynatıyor. Orta sahası her halukarda kırılgan bir milli takım da ne hücuma çıkabildi, ne savunma yapabildi. Bunu özellikle söylüyorum çünkü daha ilginç ve detaylı istatistiklere bakıyoruz;


Hırvatistan maçına sağda Hakan Çalhanoğlu ve Gökhan Gönül'le başladık, göbekte de Mehmet Topal Hakan Balta ikilisiyle çıktık. Zaten hantal kalan bölgeyi destekleyici faktör Ozan Tufan da saçlarını tarayınca sonuç malumdu. Maç içinde buna bir önlem aldık mı? Sol taraftan Arda çıkıyor, Volkan Şen giriyor, ileriye zaten top taşıyamayan takımda Cenk Tosun yerini Burak Yılmaz'a bırakıyor.


Burada da İspanyolların maça nasıl hazırlandıkları, bizim de B planımızın olmadığı açıkça ortada: Bu defa atakların çoğunu sol bölgeden yiyoruz. Peki kadrodaki değişken ne? Cenk Tosun'un yerine Burak Yılmaz 11 başlıyor. Ne önlem aldık bile demiyorum çünkü o maçtaki olaylar için ayrı bir blog yazılır:
Arda'nın taraftara küsmesi ve stopere gömülmesi ama Fatih Terim'in oyundan almaması, ayakta bile duracak halimizin olmaması, hazırlık paslarıyla geçen son 20 dakika...


Gelelim turnuvadaki görece en iyi maçımız olan Çek maçına:

Çeklerin hücum kombinasyonundaki kısırlığı ayrı bir şans ama maçın büyük bölümünü sağ kanada sıkıştıran rakibe karşı Fatih Terim turnuvada bir ilki deniyor; maça sağda Emre Mor ve Volkan Şen'le başlıyor. Topu ayağımızda tutup adam eksiltebildiğimiz bir rakibe karşı da gayet etkili oluyor bu ve maçı aslında ilk 20 dakikada bitiriyoruz. Aynı şeyi diğer maçlarda yapsaydık değil demek istediğim, neden denemiyoruz ya da Fatih Terim bunu denemiyor.


Gelelim asıl mevzuya.

Fatih Terim, bundan yaklaşık 4 yıl önce Manisaspor maçının 82. dakikasında Galatasaray penaltı kazandığında Muslera'ya ''Git, kullan.'' demişti. Aslında o gün o penaltıyı yiyen ve bugün milli takımla iilk büyük turnuvasına çıkan Volkan Babacan'ın maçtan önceki bazı sözleri buna sebep olmuştu ama 4 yıl sonra onu milli takıma yükselten de Fatih Terim'in bu turnuvadaki sonunu hazırlayan şeydi; kibir.

Daha önceleri hep ''Başarı bizimdir, başarısızlık benim.'' diyen Teirm, son maçtan önce futbolcularından bazılarını açıkça hedef göstermekten çekinmedi. Başarı olduğunda bunu paylaşmak tevazu olmuyor, başarısızlığı da görmek lazım. Turnuvanın tartışmasız en kötü ilk iki maçını oynayan bi takımı eleştirince de bunu saygısızlık görmek, buraya kadar gelenin kendilerini olduğunu iddia etmek nasıl bir bakış açısı tartışılacak bi tarafı bile yok. Bu milli bir meseleyse bu primler normal midir? Şayet bu milli bir mesele değilse bu halkın koşulsuz desteğini beklemek nedir?

Şu çok konuşulan şu fotoğraf:



Üstteki fotoğraftaki Burak Yılmaz; attığı golden sonra o maçı galip bitirmesi gereken ve üst tura çıkmak için 2 maçın sonucunu bekleyecek olan bir takımın futbolcusu

Alttaki fotoğraftaki ise Robbie Brady; 86. dakikada takımını üst tura çıkaracak golü atan adam. Ne bir haber bekliyor, ne başka maçta ellerini açmış dua ediyor.


Bizim topçularımız hep duygusal olduklarından bahsedip duruyorlar. Bizim dışımızda herkesin robotik olmadığını düşünürsek işin içinde başka bir şeyler daha olmak zorunda değil mi?


Son cümleler de Fatih Terim'den gelsin o zaman:

''Biz bu turnuvaya ülke olarak iyi hazırlanamadık.''


Siz turnuva öncesinde düz koşularınızı ihmal ettiniz mi, belki ondandır bütün bunlar?

14.01.2016

Mucidin Yuvasına Dönüşü


Spaletti'nin AS Roma'daki ilk dönemlerini hatırlayanlar, kimilerinin nefret kimilerinin saygı beslediği o taktiği de hatırlayacaktır: İtalyan abilerin 'trequartista' dedikleri bir 10 numaranın liderliğinde, hücum esnasında 4-6-0 gibi alışması zor bir dizilime bürünen ve bu kalabalık orta saha kurgusu sayesinde defansı da hakkıyla yapabilen bir sistemi vardı mucidin. Buradaki trequartista kimdi, onu hepimiz çok iyi biliyoruz zaten.

Roma'daki ilk sezonu olan 2005/2006'da İtalya futbolu bir dünya kupası, sansasyonel bir de şike operasyonu yaşamıştı. Cannavaro'nun mafya baskısından korkup dünyanın en iyi stoperi olarak Real Madrid'e gittiği, Buffon'un ''Ben hiçbir yere gitmiyorum'' diyerek Seria B'de oynadığı dönemler.
Spaletti, Milan'ın -30 puanla başladığı, Mancini'nin takımı Inter'in lider bitirdiği sezonu ikinci sırada tamamladığında son maçta San Siro'da Milan'a mağlup oluyordu.

İlk sezonu görece bir başarıyla -Juventus'un olmadığı, Milan'ın -30 puanla başladığı bir ligde ikinci olmak başarı olamaz elbette, fakat takımın bir önceki sezonu 9. sırada bitirdiğini de unutmamak gerek- bitirdiğinde gelecek sezona dair umutlar fazlaydı. Sezonu Inter'in 22 puan arkasında ikinci bitiren Roma, Şampiyon Ligi'nde çeyrek finale yükselmiş ve ilk maçında Manchester United'ı evinde 2-1 mağlup etmişti. Lig yarışından kopan Roma'nın yarı finale çıkması muhtemel görülürken Düşler Tiyatrosu'nda Kırmızı Şeytanlar Roma kalesine 7 gol birden bırakıyordu. Aslında bu Roma'nın daha sonrasında tekrardan yaşayacağı yıkımlardan birisiydi ama o zamanlar için büyük olaydı.
Spaletti'nin 4-3-2-1 inadı oyun içinde 4-6-0'a doğru devam ederken Roma taraftarı da durumdan çok şikayetçi değildi. Neticede 3 kez lig şampiyonluğu yaşayan ekibin son şampiyonluğu da 7 yıl önce gelmişti. Üstelik şehrin diğer ekibi Lazio'dan da fersah fersah öndelerdi ve tarihlerinde 8. kez, final ilk maçında Olimpico'da Inter'in kalesine 6 gol bırakarak İtalya kupasını kazanmışlardı.

Bu hedeflerde başlayan üçüncü sezonda Juventus'un lige dönüşü ve diğer ekiplerin puan silme cezalarının bitişiyle Roma'nın değil şampiyonluk, ikincilik hedefi bile tehlikedeydi. Roma, son 9 haftaya lider Inter'in 5 puan arkasında girdi ve ligi 3 puan farkla ikinci bitirdi. Sezonun asıl dramatik tarafı Roma'nın üçüncü sezonu da ikinci sırada bitirmesi değil; Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde yine Manchester United'la eşleşmesi ve iki maçtan da mağlubiyetle ayrılıp veda etmesiydi. Roma'nın bu sezona dair tek kupası da yine Inter'i mağlup ederek kazandıkları İtalya Kupası olmuştu.

Spaletti'nin son sezonu iki taraf için de facia oldu: Roma ligi 6. sırada bitirdi, Şampiyonlar Ligi ikinci turunda Arsenal'e iki maçta da kaybederek elendi. Bu kez İtalya kupasında da şansları iyi gitmedi ve çeyrek finalde Inter'e mağlup oldular. Bu defa rakibi Mancini değil, Mourinho'ydu. Aslında hikayedeki ilginçlik; Mourinho'nun Chelsea'de yer yer denediği ve başarılı olduğu 4-6-0'ın fikir babası Splaletti'yi satranç masasında mağlup etmesiydi. Zaten Spaletti sezon sonunda memleketinden çok uzakta, Rusya'daydı.

Mucidin Zenit'le geçen 5 koca senesi ayrı bir hikaye ama tekrardan Roma'ya dönüşünün futbol dilencilerine keyif vereceği bir gerçek.