22.12.2013

Galatasaray - Trabzonspor: Onur Kıvrak



Maçın ilk yarısını yazmaya bile gerek yok ama ikinci yarı için şu blog yetmez sanırım; 3 gol, 1 kırmızı kart, direkten dönen toplar ve çok daha fazlası.

Maçta Galatasaray rakip kaleye 21 şut göndermiş, bunun 14 tanesi kaleyi tutmuş diyeceğim ama 14 şutun içinde Onur Kıvrak'ın en az 5-6 tane inanılmaz kurtarışı var. Galatasaray özellikle pas trafiği ve hücum organizasyonları anlamında çok aşama kaydetti, bunu da bu maçta gösterdi. Bilhassa orta saha gücünü kullanabilen, forvet hattında Drogba'yı bir köprü olarak kullanabilen bir Galatasaray oluşuyor.
Maçın dışında bir de meşhur "Sneijder gidiyor mu?" mevzusu var. Sneijder hafta arasında "Transfer dönemi bitse de ben de bu söylentilerden kurtulsam" demişti, sahada oynadığı futbolla da mesajı verdi; gitmiyor.

Onur Kıvrak

Onur için ne yazsak az. Milli takıma başka bir adaya gerek yok, sakat ya da cezalı olmadığı sürece Onur her takımda oynar, oynamalı. Bu kadar konsantre olabilmek, böyle bir yetenekte ve hırsta mücadele edebilmek zor. Şu maçta gösterdiği performans bile her şeyi açıklamaya yetiyor.

Didier

Drogba'nın Galatasaray'a kattığı şeyler gol ve asistlerinden çok daha fazlası. Bugün maçın 87.dakikasında Galatasaray'ın köşe vuruşunda zaman geçirmesi gerekiyordu. Drogba'nın Aydın Yılmaz'dan pası aldıktan sonra yaptığı hareket ve Aykut Demir'den aldığı bir faul var; her futbolcunun açıp defalarca izlemesi gerekir. Zaten maç içindeki etkisi, orta sahayı forvete yaklaştırması ve inanılmaz akıcı futbolunu hepimiz biliyoruz.
Didier'i ülke futboluna kazandıranları tekrardan tebrik etmek lazım.

Akılda Kalanlar

Trabzonspor'un golü. Topun çizgiyi geçip geçmediğini anlamak için reklama tıklamamız gerekiyor sanırım.
Not: Top çizgiyi geçti.


Trabzonspor'un ofsayt nedeniyle sayılmayan golü. Mustafa Yumlu'nun ofsaytta olduğu açık.


Mükemmel şutunu kurtaran Onur'u tebrik eden Drogba. Yazması bile güzel, futbola böyle şeyler lazım.



Onur'a biz de tebrik edelim, siz de edin.





Serie A 4-1 Haftası


Atalanta 1-4 Juventus
Torino 4-1 Chievo
Verona 4-1 Lazio

İtalyan futboluna kısır diyenler utansın.

Not: Roma, Catania'yı 4-0'la geçti. Henüz oynanmayan bir Inter-Milan derbisi de var.

19.12.2013

Galatasaray ve Milan'ın 2 Senesi


Birinci Sene

Tarihler 3 Kasım 1999'u gösteriyor, yer Ali Sami Yen...

Dakikalar 87'yi gösterirken Milan taraftarları Şampiyonlar Ligi'ndeki ikinci grupları düşünüyor. Tam o esnada Ergün'ün mükemmel ortasını Hakan Şükür enfes bir kafa vuruşuyla tamamlıyor, skor 2-2.
Artık İtalyan taraftarlar için hesaplar Uefa Kupası olarak değişiyor. Tüm bu hesaplar ise 90. dakikada bitiyor; Ümit Davala'nın ortasına Hakan Şükür bu kez kafayı vuramıyor çünkü penaltı. Ortayı yapan Ümit, penaltıyı da kullanıyor ve milyonların televizyona bakamadığı o an topu ağlara bırakıyor: 3-2.
Milan taraftarı artık ligi düşünmek zorunda. (Not: Milan o sezon ligi üçüncü sırada bitiriyor.)

İkinci Sene

Galatasaray Uefa Kupası şampiyonu sıfatıyla katıldığı Şampiyonlar Ligi'nde iyi bir kura çekerek Glasgow Rangers, Monaco ve Sturm Graz'la aynı gruba düşüyor. H grubunda ise 1999-2000 sezonunda Galatasaray'a üstünlük kuramayan 3 takım var; Diğer temsilcimiz Beşiktaş ligi Galatasaray'ın ardından ikinci bitirmiş, Leeds United Galatasaray'a Uefa Kupası yarı finalinde elenmiş, Milan ise yukarıda anlattığım gibi Avrupa kupalarından evine yollanmış. Milan o grubu Leeds United'ın önünde lider bitiriyor ve bir sonraki grupta D grubu ikincisi Galatasaray'la aynı gruba düşüyor.

İtalyanların intikam gözüyle baktıkları grubun ilk hafta maçında San Siro'dan galip çıkmıyor, maçın sonucu 2-2. Bu maçın rövanşında Galatasaray bu kez işi son dakikaya bırakmadan rakibini 2-0 mağlup ediyor ve son haftaya girilirken çeyrek finali garantiliyor. Grubun son hali ise; Milan geçen sezona göre bir basamak üste çıkarak üçüncü oluyor fakat ikinci Galatasaray'ın ardından Avrupa kupalarına veda etmekten kurtulamıyor.

İlginç Not: Milan ertesi sezon Şampiyonlar Ligi'ne katılamıyor, Galatasaray ise Şampiyonlar Ligi'nde ikinci gruplara kalmayı başarıyor. Şanssız bir şekilde elenen Galatasaray ertesi sezon katıldığı turnuvada grubu sonuncu bitirirken, Milan Şampiyonlar Ligi'ni kazanan ekip oluyor. Bu da futbol kültürünün farkı olsa gerek.

17.12.2013

Galatasaray - Chelsea: Mancini vs. Mourinho


Geçtiğimiz yıl içinde Galatasaray'ın yaşadığı değişim açık bir şekilde ortada. Öncelikle Fatih Terim'in üçüncü seferi ve ardından iyi transferler, kazanılan şampiyonluk ve büyüyen yatırımlarla Avrupa yolunda ilerlemeyi kafasına koyan bir Galatasaray. Bu doğrultuda yapılan bütün hamlelerin meyvesini almak için bir şans yakaladı Galatasaray.


Şampiyonlar Ligi Macerası

Her şeyden önce, Chelsea'nin çıktığı grupla Galatasaray'ın çıktığı grup çok mukayese edilir gibi değil. Galatasaray'ın Real Madrid ve Juventus gibi rakiplerine karşılık Chelsea'nin Schalke 04 ve Basel gibi nispeten daha rahat rakipleri vardı. Geçen sezon Uefa Avrupa Ligi'ni kazanırken yarı finalde devirdikleri Basel'i bu kez Avrupa Ligi'ne yolcu etti Chelsea. İşin ilginç tarafı Chelsea; Schalke 04 maçlarının ikisini de 3-0  gibi rahat bir skorla kazandı. Bütün bunlara rağmen Chelsea'nin mükemmel bir sezon geçirdiğini, çok iyi futbol oynadığını, korkulacak bir takım olduğunu söylemek güç. Şu an Premier Lig'de üçüncü sıradalar fakat bir hafta sıra 2 basamak aşağı ya da yukarıya oynayabilir. Kötü demiyorum ama Mourinho için iyi bir puan ortalamaları olduğu söylenemez.
Chelsea'nin gol dağılımına baktığımızda Demba Ba ve Eto'o'nun Avrpa yükünü ikişer golle sırtladığını görüyoruz. Özel olarak önlem alınması gereken; Ronaldo, Messi, Agüero, Lewandowski tipinde bir golcüleri yok diyebiliriz. Tabi bu devre arasında transfer yapılmayacağı anlamına gelmiyor. Üstelik Chelsea'nin yarı tanrısı Mourinho istedikten sonra çok ilginç bir transfer bile söz konusu olabilir.

Galatasaray cephesinde ise işer çok daha karmaşık. Önce Fatih Terim'in gidişi, ardından Avrupa'da oynadığı 5 maçtan 7 puan toplamayı bilen Mancini'nin sistemini aşılama süreci ve giderek kopan bir lig maratonu.
Galatasaray yönetimi bu Avrupa işini kafasına o kadar koymuş durumda ki; bu uğurda elinden geleni yapıyor. Kuralar çekildiğinde memnuniyetsiz tarafın Chelsea olması bile her şeyi açıklıyor aslında, tabi eklenecek şeyler de var. Öncelikle Galatasaray'ın hedef koyduğu şey "Şampiyolar Ligi organizasyonunda sürekli yer almak". Bu hedefe ek olarak her sezon çeyrek finale çıkabilmek hedefi de reel gözüküyor, en azından bu sezon da bunu elde edebilir Galatasaray. Şayet bu durum gerçekleşirse Uefa da Galatasaray'ın bu turnuvada olmasına daha sıcak bakacaktır. Şu an için durum zaten böyle gibi fakat ilerleyen dönemler için Galatasaray seviyesini her anlamda üste taşıması gerekiyor.

Mancini vs. Mourinho

Mancini'ni Şampiyonlar Ligi'nde daha önce Manchester City takımıyla yaşadığı başarısızlığı örnek gösterenler yanıldı fakat yılmadı; şimdiki konuları Mancini'nin Mourinho'nun takımlarına karşı başarısız istatistiği.
Mancini ve Mourinho arasındaki düelloların startı Mourinho'nun Mancini'nin yerine gelişiyle başladı. Şike skandalı sonrası ligi domine eden Inter'in Avrupa konusunda isteneni vermemesi buna sebep olmuştu. Ben de Mancini'nin oyun sistemini beğenenlerden değilim fakat İtalya Ligi'nde 97 puan alıp şampiyon olmayı şansla açıklamak mümkün değil.
Elbette Mourinho ve Mancini'yi kıyaslamak olmaz -üstelik burada Mourinho hayranı bir insan varken- fakat bazı faktörlerin sonuçlara ciddi tesirini de düşünmek gerekiyor. O zaman tur şanslarını değerlendirelim;

Chelsea bu sezon klasik bir Mourinho takımında olması gerektiği gibi çok fazla gol atamıyor ama kalesinde gol görüyor. Deplasmanlarda nispeten iyiler fakat Mourinho'nun bilhassa geçen sezon Galatasaray - Real Madrid maçından kalma bir tecrübesi de var. Dolayısıyla ilk maçta Mourinho'nun çok atak bir futbol oynamak istemeyeceğini düşünebiliriz. Bu noktada Galatasaray'ın burada en azından 2 gole ihtiyacı olacağı, tek farklı bir galibiyetin ise işi zora sokacağı açık. Neticede Galatasaray kontra atak futbolunu teoride iyi yansıtan ama o gerekeli gol ve golleri kolay bulamayan bir takım olabiliyor. Bu seviyelerde atamadığınız 1 gol size 2-3 gol olarak geri dönüyor. Dolayısıyla Galatasaray takımına 2-3 takviye şart, en azından bu turu geçip çeyrek finali görebilmek için. Hangi bölgelere takviye gerektiğin yazma ihtiyacı bile hissetiyorum, sanırım şu yazıyı okuyan herkes gerekli transferi biliyordur.
Bir başka açıdan Mancini'nin duygusal bir kimliği olduğunu ve bu maça daha özenli hazırlanacağı kanaatindeyim. Süper Lig maçlarını baz almak çok doğru olmayacaktır çünkü ligimizi bilmeyen, yabancı bir teknik direktörden bahsediyoruz. Üstelik henüz 49 yaşındaki bir teknik direktörün kariyer planlamasına baktığımızda önceliğinin Avrupa maçları olacağı kesin.

İçerde - Dışarda

İlk maçın iç sahada oynanması kimine göre avantaj, kimine göre dezavantaj kabul edilir. Benim şahsi fikrim bunun takıma ve seyirciye göre değiştiği yönünde. İngiliz takımlarının taraftarları umumiyetle bizim kadar ateşli olmadıkları için ikinci maçın Stamford Bridge'de olmasını dezavantaj olarak göremiyorum. Barcelona'nın Iniesta'nın golüyle Stamford Bridge'de atladığı turu hatırlayanlar vardır. Tabi bu Galatasaray'ın TT Arena'da alacağı sonuca bağlı olarak anlam kazanabilir ya da kaybedebilir.

Dider Drogba

Chelsea kulübü bile eşleşme sonrası resmi sitesinden Didier'e selamı çakmışken benim yazmamam olmazdı.
Böylesine profesyonel ve aynı zamanda amatör duygularla, sonuna kadar mücadele eden bir futbolcunun böyle maçlara daha sıkı hazırlanacağı bir gerçek. Umarım Didier Stamford'ın çimlerinde dizlerinin üstünde kayarka o sevincini, bu kez sarı kırmızılı formayla yaşar.


Not: Galatasaray'ın Uefa kupasını aldığı sezon Şampiyonlar Ligi son maçındaki rakibi Chelsea'ydi. Dönemin teknik direktörü Vialli sorulan bir soru üzerine "Atmosfer bizim için önemli değil, biz oynamayacağımız oyuna bakarız" demişti ve gerçekten öyle olmuştu. Aklımızdasın Flo, intikam olsun soğuk yiyeceğimiz.

16.12.2013

CR7 Müzesi

Cristiano Ronaldo'nun adına Funchal'da (Portekiz) bir müze açılmış. Futbol tarihinde müzesi açılacak çok sayıda 7 numara var, içlerinden en günceline bu kıyağı yapanlara selam olsun.






Not: Aklımıza Adanalı Gökmen gelmiyor değil.

2013/2014 Uefa Avrupa Ligi Kuraları


Bugün Nyon kentinde kuralar çekildi, temsilcilerimizin rakipleri belli oldu.

Galatasaray'ın rakibi Chelsea'ye bir sonraki Şampiyonlar Ligi blog yazımda detaylıca değineceğim ama şimdi Trabzonspor ve diğer kuralar için genel bir değerlendirme yapıyorum.

Eşleşmeler şu şekilde;

Dnipro - Tottenham
Real Betis - Rubin Kazan
Swansea - Napoli

Juventus - Trabzonspor
Maribor - Sevilla
Victoria Plzen - Shakthar Donetsk
Chornomorets Odesa - Lyon
Lazio - Ludogorets
Esbjerg - Fiorentina
Ajax - Salzburg
Maccabi Tel Aviv - Basel
Porto - E.Frankfurt
Anzhi - Genk
Dinamo Kiev - Valencia
PAOK - Benfica
Liberec - AZ Alkmaar


Eşleşmeler bana fazlasıyla keyifli maçlar olacağını hissettirdi. Bir sonraki tur elbette daha çetin geçecektir fakat benim özellikle irdelemek istediğim bazı maçlar var.


Dnipro - Tottenham: Urayna temsilcisi Dnipro'nun son yıllardaki yükselişi herkesin malumu. Gol atan, gol yiyen bir ekip ve hücum oynamayı seviyorlar. Geçen sezon biraz daha iyi bir grafikleri olsa da bu sezon Fiorentina'nın olduğu gruptan ikinci olarak çıktılar. Tottenham ise genç hocası Villas Boas ile mükemmel bir Avrupa Ligi sezonu yaşıyordu fakat görevine son verildi. Anzhi'nin olduğu gruptan kayıpsız çıkan Tottenham, 6 maç sonunda rakip kaleye 15 gol bırakırken kalesinde sadece 2 gol gördü.

Swansea - Napoli: Bu sezon Premier Lig fazlasıyla enteresan. Mou'nun dönüşü, Ferguson'un vedası ve Arsenal'in mükemmel performansının da etkisiyle üst sıra iyice karmaşık bir kal aldı. Bütün bunlara rağmen ligin ortalarında yer alan Swansea, Avrupa defterini kapatmadan devam ediyor. Valencia'nın olduğu gruptan çıkan İngiliz ekibini bu kez çok çetin bir rakip bekliyor; Napoli. Esasında benim için bu turu ilginç kılan Napoli, çünkü İtalyan ekibi Şampiyonlar Ligi'nden birinci Dortmund ve Arsenal'le aynı puan olan
12 puanla elendi! Normal şartlarda o seviyeden buraya gelen bir ekibi favori yazmak lazım ama motivasyonları ne olur bilinmez. Tabi Napoli'yi özel kılan bir başta detay ise tam bir turnuva hocası olan Rafa Benitez'in varlığı.

Lazio - Ludogorets: Temsilcimiz Trabzonspor'un grubundan ikinci olarak çıkan Lazio geçen seneki görüntüsünden uzak. Grupta Trabzonspor haricinde dişli bir rakipleri yoktu fakat bu kez karşılarında gerçekten ilginç bir takım olan  Ludogorets var. Bulgaristan temsilcisi PSV'li grubu 5 galibiyet 1 beraberlikle bitirirken  kalesinde sadece 2 gol gördü.

Ajax - Salzburg: Hollanda'nın efsane ekibi Ajax için ilginç bir sezon. Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona'yı 10 kişiyle mağlup ederek bir üst tur umudunu Milan maçınyla son düdüğe kadar sürdüren Ajax, 22. dakikada 10 kişi kalan ekibine maç boyunca kabus yaşattı ama golü bulamadı. Şimdi karşılarında hücum futbolunu çok iyi oynayan, golü düşünen ve bulan fakat çok tecrübeli olmayan bir rakip var. Tahminimce bu turun en keyifli maçlarından birisi olacaktır.

Juventus - Trabzonspor: İtalyan ekibini Avrupa Ligi yolunu gösteren temsilcimiz Galatasaray, aslında Juventus'u Trabzonspor'a göndermiş. Bu tur için söylenecek en önemli şey; İtalyan ekibi üzerinde oluşacak psikolojik baskı. Yakın tarihte bir Türk takımına elenen Juventus, Trabzonspor'un Inter'i mağlup ettiğini de hatırlıyordur. İşin teknik kısmında ise elbette Juventus'un fazlasıyla avantajları mevcut. Bunlardan en önemlisi elbette Juventus'un hücum gücünü oluşturan ileri uç elemanları. Bilhassa Tevez ve Llorente dikkat edilmesi gereken isimler. Temsilcimiz grup maçlarında maç başına 1 gol ortalamayla kalesinde gol görürken, Juventus'un da bu konuda çok iyi olduğunu söyleyemeyiz. Kopenhag maçları dahil bütün maçlarda kalesinde gol gören ve grubu 9/9 gibi bir istatistikle bitiren İtalyan ekibine gol atabilme şansımız yüksek. Şayet bu ortalamayı iyi tutabilir ve ilk maçta İtalya'dan iyi bir skorla dönerse Trabzonspor'un tur atlayabilme şansı yüksek olacaktır.

10.11.2013

İki Farklı İstikamet: Fenerbahçe - Galatasaray



Öncelikle derbinin klasik haline gelen görüntülerine ufak tefek hadiseler hariç şahit olmadığımız için iki takım oyuncularını da tebrik etmek lazım diyelim ve geçelim maça.

Ersun Yanal - Roberto Mancini
 
Mancini henüz ligi tanıma aşamasında bir hoca ve sistemini kısa sürede oturtması beklenemez. Zaten lig ortasında teknik direktör değiştirdikten sonra ivme kazanmak çok gerçekçi gelmiyor bana. Bütün bunlar tamam ama asıl sorun Mancini'nin kullandığı sisteme kendisinin bile inanmaması; çünkü Mancini'nin 4-3-3 çıktığı ve sistemini çok da kötü uygulamadığı bir maçın ikinci yarısına akıl almaz bir şekilde çıktı. Oyun başlamadan önce diziliş 4-3-3 ama takım daha çok 4-5-1 gibi oynuyor. Bunun sebebi ise Drogba ve Burak arasındaki kalite ve mental fark. Burak kanatta oynadığı zaman içeri girmeyi, içeride oynadığı zaman kanatlara inmeyi resmen düşünemiyor. Bu durumda Drogba'nın yalnızlığı giderek bir kaosa dönüşmeye başlıyor.

Ersun Yanal için benim fikirlerim çok fazla değişmedi açıkçası. Şu an ligde en yakın rakibinin 4 puan önünde olan takımının iyi futbol oynadığını söylemek zor. Evet, Aykut Kocaman'ın takımına göre daha agresif ve hücumu düşünen, tempolu bir Fenerbahçe var ama pozisyon üretme konusunda çok becerikli ve yaratıcı değiller. Ayrıca şu an için ligin çok üstünde seyreden bu kondisyon bir yerden sonra düşüşe geçecektir, bu sebeple şampiyonu şimdiden ilan etmek saçmalık.

 İlk 45 Dakika

Galatasaray Kadiköy'e sanıldığı gibi yenilmemek için değil, topla fazla oynamadan yenmek için gelmişti. Tabi bu taktiği Kadiköy'de, üstelik bu oyuncularla yapmak hayalciliğin son noktası. Hızlı hücum yapabilecek, özellikle son bölgede o topları iyi kullanabilecek kilit oyuncuların bile bu kadar kötüyken. Manisaspor günleri dahil hayatımda izlediğim en kötü Selçuk İnan vardı mesela bugün sahada. Selçuk pas hatası yapmaz dedikçe n basit topları bile rakibe verdi, kaptırdı, top ezdi.
Ceyhun Gülselam benim beğendiğim bir oyuncu ve bence bugün Galatasaray'ın en iyilerindendi. En iyi derken, çok kötünün en iyisi.

İlk 25 dakikada iki takımın da gol atabilecek görüntüsü vardı fakat bu bağıran bir gol değildi, hani kısmet gibi biraz. Böyle maçlarda bir futbolcu çıkıp -bugün Chedjou'nun yaptığı gibi- affedilmez hatalar yapınca ip orada kopuyor işte. Pozisyon net penaltı, Chedjou net affedilmez bir hata yaptı.

Son 45 Dakika

Devre arasında benim aklımda kondisyonu zayıfayan, eforunu fazlaca harcayan Fenerbahçe'yi köşeye sıkıştırabilecek bir Galatasaray vardı ama ikinci yarı yine hayatımda izlediğim en anlamsız topla oynamayı gerçekleştirdi Galatasaray; ne pozisyon var, ne şut var, ne tehike var, ne duvar pası ne iyi bir orta...
Fenerbahçe ikinci yarıda Emenike, Sow ve Webo üçlemesini kullanıp sonuca hızlı ataklarla gitmek istedi, başardı da. Bu noktada Mancini'nin Dany konusunda neden bu kadar ısrar ettiğini, Emenike karşısında ne kadar zorlandığını görüp göremediğini, zaten en başında neden Dany'den sol bek yaratma sevdasına düştüğünü anlamadım, anlayamayacağım. Aynı şekilde Burak Yılmaz ısrarını da anlayamadığım gibi.
Bana göre ikinci hatalı değişiklik Engin Baytar oldu. Tamam Galatasaray her bölgede kötüydü ama Engin Baytar'ın geçtiğimiz sezonlarda top ezmek dışında ne yaptığını birisi çıkıp anlatsın. Bana kalırsa Engin de gidenler arasında biletini acilen almalı.

Bülent Yıldırım

Bana kalırsa Bülent Yıldırım derbilerin hakemi değil. Bunu kötü bir maç yönettiği için söylemiyorum ama bu tansiyonu kontrol edemediği çok açık. Bazı kartları geç vermesi, bazılarını hiç vermemesi, bazı olmayan faulleri çalıp bazı net faulleri es geçmesi buna en büyük örnek. Ayrıca uzatma sürelerini iyi seçemedi ve yan hakemlerin de katkısıyla bazı olmayan pozisyonlara ofsayt çaldı. Bugün maçın kaderiyle çok oynadığı söylenemez ama bu maç berabere ya da Galatasaray lehine bitseydi çok konuşulurdu. Bu yüzden bu tip derbiler için benim oyum öncelikle Cüneyt Çakır, daha sonasında Fırat Aydınus'a.

34. Dakika

Ben de yazımda sesi kısıyorum.


Ek Söylenceler

Maç içinde Volkan Demirel, Cristian ve Sabri için unutmadan bir şeyler söylemek istiyorum:
Öncelikle Volkan'ın kurtartığı penaltı öncesi herkes frikik beklerken penaltı diyen ben, penaltının kaçacağını, hatta Volkan'ın kurtaracağını da arkadaşlarıma söyledim. Zira böyle kötü bir futbolun sonunda o penaltı gol olmaz, böyle motive bir Volkan o penaltıyı yemez. Zaten penaltıyı kurtardıktan sonra Melo'dan yıllar öncesinin intikamını almışçasına bir tepki gösterdi Volkan.

Galatasaray taraftarı olduğum için değil, Cristian'dan her halukarda nefret ediyorum. Bu maçlarda hemen her türlü gerginliği yaratan, futbol dışında her şeyi yapan ve bu işlerin piyonu gibi hareket eden Cristian'ı hiç sevmeyen Fenerbahçe taraftarı arkadaşlarımın sayısı da epey fazla. Bugün o gol atacağına keşke Sow atsaydı, öyle netim.

Sabri'nin artık futbola vereceği hiçbir şey kalmamış, bunu oynamadığı bir derbide bile sarı kart görerek bize gösterdi. Hep söylüyorum; bu tip futbolcuların böyle büyük kulüplerde olmaması lazım.


Nihayet

Fenerbahçe önemli bir derbiyi kazanarak Galatasaray'la arasındaki puan farkını 9'a çıkardı.Bu sayılar bu haftalar çok şey ifade etmez ama en azından Galatasaray için yarışın büyük ölçüde bittiğini söylemek lazım. Bunu puan farkı olarak değil, bütün etkenleriyle söylüyorum.

Bu arada maçta

Fenerbahçe'nin 6, Galatasaray'ın 3 şutu
Fenerbahçe'nin 1, Galatasaray'ın 0 korneri
Fenerbahçe'nin 9, Galatasaray'ın 4 ofsaytı
İki takımın da 1'er penaltısı

olduğunu ekleyelim.

28.09.2013

Galatasaray - Fatih Terim - TFF

 
Yazacaklarım benim şahsi fikirlerimdir.

Günlerdir ülkenin futbol gündemini aynı konu öegul ediyor; Fatih Terim'in Galatasaray'daki görevine son verilmesi. Herkes başka bir şeyler söyleyip, ortaya farklı iddialar atıyor.

Başlıklara ayırlarım;

Fatih Terim'in Galatasaray'daki ilk dönemi
 
Üzerine çok fazla konuşulmayacak, tarihi başarıların olduğu bir dönem geçirdi Fatih Terim. 1999-2000 sezonu bittiğinde soluğu Fiorentina'da aldı. Yaşı ya da hafıza yetmeyenler için; Fatih Terim giderken Galatasaray taraftarına Candan Erçetin'in Elbette şarkısını armağan ediyordu. Bugün stada Fatih Terim atkısıyla gidip "Fatih hocamızı ağlatanı burada istemeyiz!" diyenler bizim o zaman ne kadar ağladığımızı bilmezler.
Fatih Terim orada başarılı bir dönemin ardından AC Milan'ın teknik direktörü oldu. Bana göre Maldini'nin başını çektiği bir takım içi gruplaşmanın kurbanı olarak gönderildi. Hatta geçtiğimiz yıllarda bunu itiraf bile etmişti. Bugün Galatasaray'dan ayrılışına tepki verenler, o gün Fatih Terim'in nasıl ayrıldığını şu haberden okuyabilir.

Fatih Terim'in Galatasaray'daki ikinci dönemi 

Gidişi sonrasındaki ilk sezon Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayığ ligi ikinci bitirmiş, ikinci sezonunda ligde şampiyon olup Şampiyonlar Ligi'nde ikinci çeyrek finali kıl payı kaçırmış bir Galatasaray'a 2002-2003 sezonunda geri döndü Fatih Terim. İlk sezonunda ligi ikinci sırada, Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona, Lokomotif Moskova ve Club Brugge'un olduğu grubu 4 puanla sonuncu bitirdi. 
 İkinci sezona yüksek beklentilerle başlayan Galatasaray ligi 6. sırada bitirirken Şampiyonlar Ligi'nden Uefa Kupasına katılmaya hak kazandı. Galatasaray, Gençlerbirliği'nin şanssız bir şekilde Valencia'ya 4. turda elendiği turnuvaya ilk katıldığı tur olan 3. turda eda etti. Belki kaderin cilvesidir; Gençlerbirliği'ni eleyen Valencia, Galatasaray'ı eleyen Villareal'i yarı finalde geçerek finale çıktı ve kupayı aldı.
Başarısız geçen iki sezonun ardından Fatih Terim görevden ayrılırken, yeni durağı ikinci kez Milli takım oluyordu.

Fatih Terim'in Galatasaray'daki üçüncü dönemi 

Ünal Aysal, tıpkı rahmetli Özhan Canaydın gibi en büyük seçim vaadi olarak Fatih Terim'i öne sürdü. Bu sırada Fatih Terim'in milli takımdaki görevinden ayrıldığı 2 sene olmuştu ve boştaydı.
Galatasaray'ın başına üçüncü kez geçen Fatih Terim, iki sezon içinde ligde ve Süper Kupa'da iki şampiyonluk, Şampiyonlar Ligi'nde ilk kez çeyrek finale çıkma başarısı gösterdi.
Bütün bu sürecin sonunda görevine son verilen Terim'in takımı Şampiyonlar Ligi'ne evinde aldığı 1-6'lık Real Madrid mağlubiyetle başlarken, ligde de 5 maç sonunda 9 puana sahipti.

  Anlaşılmayan Kısımlar

Başarılı ve taraftarın sevdiği bir teknik direktörü kovmak hiçbir başkanın yapacağı bir şey değil. İnsanların burada madalyonun diğer yüzünü görebilmesi, daha detaylı bakabilmesi lazım.
Her fırsatta Galatasaray'ın bir tercih olmadığını ve her şeyin önünde geldiğini söyleyen Fatih Terim'in Milli takımla anlaşması ve Galatasaray başkanıyla sözleşme konuşmaması dikkat çekici. Sorularla gidelim, dileyen bu sorulara cevap verebilir;

1- Fatih Terim, neden Galatasaray takımıyla sözleşme yenilemek istemedi?
2- Her fırsatta TFF'yi eleştiren Fatih Terim'i Yıldırım Demirören'le 'Yol arkadaşı' yapan nedir?
3- Fatih Terim'in olası bir iki takımı çalıştırması ve Milli takımın Dünya Kupası'na gitmesi durumunda, Galatasaray'ın yaz kampı performansı nasıl olacaktı?
4- Düne kadar Yıldırım Demirören'i eleştiren, hiçbir söylemini dikkate almayan Galatasaray taraftarını, Demirören'in gösterdiği belgeler nasıl ikna edebiliyor?

Sorular çoğaltılabilir ama temel mantığın kavranması açısından bu sorulara tutarlı cevaplar verilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bana kalırsa Galatarasay'ın kötü gidişatı, Şampiyonlar Ligi'ndeki zor grup ve kötü başlangıç, Milli takımla Dünya Kupası'na katılma ihtimali işin gidişatını değiştirdi. Kariyerinde Dünya Kupası'na hiç katılamamış bir Terim'in bu gidişata yön verecek şeyler yapabileceği ihtimalini düşünüyorum. Tabi bu durumda Ünal Aysal'ın kararlılığı ve söylemleri de Fatih Terim'in egosunu zedelemiş olabilir.

Neticede; Türk takımlarının kurumsal ve profesyonel yapılara geçmesi gerektiğine inanıyorum. Futbol şube sorumlusu ve sportif direktörler futbolun içinden gelen, futbolu bilen, eğitimli ve saygı duyulan isimler olmalı. Galatasaray özelinde bakacak olursak, eskiden beri süregelen ve değişmeyecek olan belli kuralların asla çiğnenmemesi gerekir. Bir başkanın teknik direktörüne ulaşamamasının hiçbir açıklaması olmaz, olamaz.

Son olarak; kendi lehine her olayda ağız birliği yapan medyanın tutumu da benim fikirlerimi olgunlaştırıyor. Bundan 4-5 ay önce Fatih Terim'i hakemleri tehdit etmekle suçlayanların şimdi tam tersi bir tutum sergilemesi, bütün problemin Ünal Aysal'dan kaynaklandığını iddia etmesi ve Galatasaray'ı zor günlerin beklediğini sürekli olarak dile getirmesi bana samimi gelmiyor. Neticede kutuların satması ve rekabetin artması için bazı şeyler şart...

Not: Sürece yersiz bir biçimde müdahil olan Buse Terim'i ve Fatih Terim sonrası görevlerine devam eden Ümit Davala&Hasan Şaş ikilisini ayrıca şaşkınlıkla seyrediyorum. Bakalım ilerleyen günlerde daha neler olacak.
















 

24.09.2013

Fatih Terim'ın Gönderlişi



Şu başlığı yazmak bile inanması zor bir olay; Fatih Terim Galatasaray'dan ayrılacaksa bunu kendisi yapar, öyle düşündük hep. Peki olaya nerden bakmak lazım?

Öncelikle bu karar Ünal Aysal ve yönetiminin bir anda verdiği bir karar değil, bu gayet açık. Seçim vaadi olarak Fatih Terim'i sunan, nihayetinde takımın başına getiren ve sonuna kadar destek olan bir başkanın bu kararı vermesi ise sadece futbol kaynaklı değil. Nedir peki, futbol dışında ne olmuş olabilir?

Ünal Aysal, 2011 Mayıs ayında seçimlerde aday olduğunda babamla birlikte oradaydım. Babam 25 yıllık üye, ben ise o gün ilk oyumu verecektim. Ünal Aysal, listesinde Abdurrahim Albayrak'a yer vermedi, daha sonrasında Albayrak yönetime girdi ama bildiğiniz gibi artık görevde değil. Bunu kenar yazalım.
Yönetimin Fransa kolunu Adnan Öztürk'e emanet eden Aysal, yönetimi de kendi anlayışına yakın kurmuştu. Zaman içinde yönetimden ayrılanlar, yeni katılan isimlerle birlikte bu anlayış iyice yerine oturmaya başladı. Bu adımların en önemli kanıtlarından birisi Lütti Arıboğan hamlesi olarak görülebilir.
2 yıllık süreçte Galatasaray'ın 2 lig şampiyonluğu, 2 Süper Kupa kazanması ve Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini görmesi Aysal'ın maharetlerinden bazıları. Bütün bu başarıların yanına Drogba, Sneijder gibi isimleri de koyduğunuz zaman yönetimin başarısı daha da perçinleniyor.

Bütün bu sürecin içinde, yukarıda yazdığım olayların detayları da oluştu. Örneğin Galatasaray'ın şampiyonluk kupasını aldığı gün yaşanan 'Telefon' olayı, işin detayında Abdurrahim Albayrak için sonun başlangıcı oldu. Ülkenin 'Gezi' gündemi, Ultraslan'ın tutumuyla beraber Galatasaray'ın dışındaymış gibi ilerlerken, Fatih Terim'in TFF ve iktidar kaynaklı Milli takım görevine getirilmesi ipleri iyice gerdi. Terim, yönetimin kendisine yaptığı teklifleri reddederken, Milli takımla uzun süre çalışabilme ihtimali de vardı. Hatırlayanlar olacaktır; Fatih Terim, hali hazırda kuvvetli bir kadroyu bırakıp İtalya'ya gittiğinde de bugün yazılanlar yazılmış, olay yönetimin tutumu gibi algılanmıştı. Oysa Terim, Fiorentina'da kulubün hedefleri doğrultusunda çok iyi işler yaparken, Galatasaray o sezon Real Madrid'i geçip süper kupayı almış, şampiyonlar ligi çeyrek finaline kadar yükselmişti.

Bu dönem Fatih Terimin başarısı gerçekten üst düzeydi fakat bunda yönetimin payını es geçmek mümkün değil; Muslera, Eboue, Melo, Selçuk İnan, Burak Yılmaz, Drogba ve Sneijder gibi isimleri bu yönetim aldı. Yönetimin Fatih Terim'le olan -bana göre- siyasi tarafı da bulunan gerilimi, futbol anlamında da haklılıklar içeriyor. Buna en iyi örneği Galatasaray'ın Milli takımın başına geçen Fatih Terim'le çıktığı maçlardan anlayabiliriz;

30 Ağustos 2013: Eskişehirspor 0-0 Galatasaray
6 Eylül 2013: Türkiye - Andorra
10 Eylül 2013: Romanya - Türkiye
13 Eylül 2013: Galatasaray 1-1 Antalyaspor

Gelecek programda ise;

28 Eylül 2013: Galatasaray - Çaykur Rizespor
2 Ekim 2013: Juventus - Galatasaray
6 Ekim: Akhisar Belediyesi - Galatasaray
10 Ekim 2013: Estonya - Türkiye
15 Ekim 2013: Türkiye - Hollanda

Bu işin fiziksel yorgunluğundan çok mental yorgunluğu önemli. Üstelik Milli takımın kupaya gittiğini düşünürsek, Galatasaray'ın yaz kampında ne yapacağı daha büyük bir soru işareti olur. Bugün Fatih Terim'in gitmesinden rahatsız olanlar, Fatih Terim'in bu takımı 10 yıl daha çalıştırmasını isterdi. Bundan eminim çünkü ben de isterdim, fakat bu şekilde değil. Özellikle bizim gibi milliyetçi bir memlekette Milli takım çalıştırmak sağlam bir ruh hali ister.

Neticede şu an Fatih Terim'in çalıştıracağı ve hedefleri olan bir Milli takım var fakat Galatasaray'ın hocası yok. Şu 1 aylık kritik dönemde göreve getirilecek hocadan da çok fazla bir şey beklememek, belki de devre arasına kadar sabırlı olmak lazım ama o zamana dek çok geç olabilir. Bana kalırsa Aysal'ın yönetim şekli ve yaptıkları doğru fakat bazı noktalarda zamanlamayı iyi yapamadığı oluyor. Yine de ben olaya fanatik bir bakış açısıyla "Neden Fatih Terim'i gönderdiniz?" diye bakmıyorum, işin felsefesini kavramaya çalışıyorum.

Fatih hoca için ayrı bir teşekkür yazısı yazmak şart, o çok başka bir konu...


Not: Görseli geçen sezon şampiyonluk sonrası hazırlamıştım, buruk bir vedayla kullanmış oldum.






18.09.2013

Sorunu Başka Yerde Ara

 
Galatasaray 1:6 Real Madrid

Böyle maçların ardından analiz yapmak mantıklı gelmiyor bana ama ben teknik analizi kısa tutarak başka şeylerin altını çizmeye çalışacağım.

* Dany'nin acilen takımdan kesilmesi lazım. Turnuva, maç, rakip ayırt etmeksizin inanılmaz dengesiz müdahaleleri ve topla gereğinden fazla oynaması katlanılır şey değil.
* Chedjou'nun Dany'den iyi anlamda fazlası yok, eksiği var. Kötü anlamda ise durum tam tersi.
* Fatih Terim'in Engin Baytar ısrarını anlamak mümkün değil. Dün 5-10 dakika iyi oynadı ama geri kalan zaman diliminde sahada yoktu.
* Galatasaray 11 şut çekmiş, kaleyi bulan şut sayısı 6, attığı gol 1, kullandığı korner 4.
Real Madrid 17 şut çekmiş, kaleyi bulan şut sayısı 13, attığı gol 6, kullandığı korner 1.
Bu seviyedeki bir maçta 11 şut çeken takım 1, 17 şut çeken takım 6 gol atıyorsa bir yerde yanlış bir şeyler var demektir.
* Muslera'nın hak etmeden yediği birbirinden farksız 6 gol. Keşke imkan olsa da o golleri Afrika kıtasına defansa yazsak.
* Eboue'nin takımdaki misyonu bitmiş, üzerine konuşacak çok fazla bir şey yok. Bu kadar ruhsuz bir futbolcuyu Sabri Sarıoğlu'na tercih etmek formaya hakaret sayılır.
* Drogba'sız Galatasaray'ın işi zor.

Giriş

Türk futbolunun en büyük problemi saha içindeki psikolojik mücadele, ikincisi fizik güç. 30 dakika yarı sahasından çıkamayan bir Madrid'e gol atmak şart olmasına şart ama o gol gelmedi diye eksilere düşen moralin bir açıklaması yok. Maçtan önce yazılanlar, skor tahminleri, Galasatasaray'a olan inanç ilk 30 dakika karşılığını bulmuşken, rakip panik yapmışken, gol pozisyonları da yakalanmışken bu çöküş nasıl yaşanıyor ilginç. Bu noktada ilk gole gidip, Eboue'nin müthiş sorumsuzluğuna bir gönderme yapmak lazım ama işin o kadar derinine inmeye gerek yok. Galatasaray, klasik bir Türk takımı gibi yediği her gol sonrası oyundan daha da düşerek skoru 6 sayısına kadar getirdi. Açıkçası Real Madrid işi biraz daha sıkı tutmuş olsa ya da maç 10 dakika daha sürseydi skor 7-8 olurdu.

Gelişme
Geçen sezon 0-1 geriden, dönmesi mucize bir turu alabilecek kadar mükemmel bir futbol oynanan ve kazanan bir Galatasaray'ın, grup maçında 0-2 geriye düştükten sonra maçtan tamamen kopması esasında futbolumuz yarası. Türk futbolunun 0-2'den gelip 3-2 kazandığı, benim hatırladığım maçlar;

Galatasaray 3-2 Real Madrid
Sevilla 2- 3 Fenerbahçe
Türkiye 3:2 Çek Cumhuriyet

Olmuyor değil ama zor oluyor. Peki bir İngiliz şu soruya kaç tane maç örnek verirdi?

Türk futbolunun yapılanma anlayışı yok. Milli takımımız bir turnuvaya gidip dereceye girerken diğerine gidemiyor bile. 2002 Dünya Kupası sonrası sadece 1 kez Avrupa Şamoiyonasına katıldık, onu da üçüncü bitirdik. Şimdi Galatasaray'a bakıyorum; geçen sezon Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final oynayıp, Real Madrid'i eleyebilecek futbol oynarken bir turnuva sonra evinde 6 gol yiyor. Kısacası değişmiyoruz, değişemiyoruz.

Futbol ülkeleri bir sistemi oturtup, kulüpler bazında da aynı sistemi devam ettirir. Juventus'un kadrosunda 5 tane İtalyan da olsa sistemi aşağı yukarı aynıdır. Yahut bir İngiliz takımıyla oynarken duran toplara dikat etmek zorundasınızdır. Bizim futbol sistemimiz ise kolay gol yemek, oyundan düşmek, yetersiz kondisyon ve dönem dönem hırsla mücadele etmekten ibaret.

Sonuç

Bugün Galatasaray'ın aldığı 1-6'lık mağlubiyeti tarih yazacak ama dünyanın hafızası için küçük bir maç. Aynı şekilde Galatasaray bu gruptan çıkabilir, o şansı da devam ediyor. Fakat burada dikkat çekmesi gereken nokta; Türk futbolunun bu istikrarsız ve dengesiz gidişatı. Bir gün öyle bir gün böyle gidecekse hiç gitmesin diye düşünmekten alamıyor insan kendini.

Not: Koreografi çok güzeldi, destek iyiydi ama Burak Yılmaz'ın ıslıklanması işini kim akıl ettiyse aklından şüphe etsin. Detaya gerek yok sanırım, insafın varsa.

1.09.2013

Türkiye'de Spor

 
İşimin gücümün pek olmasından yazamadım, zaman zaman üşendim. Üzerine çok şey yazılacak nice maçlar, nice olaylar yaşandı ama atladım. Misal; Galatasaray - Fenerbahçe, Bayern Münih - Chelsea ya da ne bileyim Fenerbahçe ve Beşiktaşın aldıkları cezalar.

Şu an yazmama sebep Bilgin Gökberk'in bugün kaleme aldığı yazısıdır.

Ne güzel demiş; "Çapulcu Out, Dopingçi In"


Ben de konu hakkında yazayım bir şeyler.

Memlekette işini iyi yapan, hakkını veren, dürüst olan, saygı duyan, yetenekli, profesyonel, çalışkan, sevgi dolu, ileri görüşlü, anlayışlı olmak yine çıkmaz sokak.
Sorun Nevin ya da Süreyya değil, sorun TFF ya da başka bir kurum da değil; sorun olayın tam kendisi.

Hani klasik bir tabir vardır "Topçu dediğin Brezilya'dan çıkar" diye, yalanan daniskası! Ben top süremeyen Brezilyalı futbolcu da gördüm ki ülkemizde bolca vardı, siz de görmüşssünüzdür. Oysa bizim ne gençlerimiz vardı zaman zaman, kayboldular ama hangi zaman? Mesela Batuhan Karadeniz, ne ara Anadolu topçusu oldu? Cafercan Aksu vardı, hani geleceğin Hakan Şükür'ü olan, ne oldu da kulüp bulamayacak hale geldi? Olcan Adın için yerli Alex dedik, Alex hala Alex ama Olcan'ın gittiği yol arpa boyunu pek az geçmedi mi?
Bütün bu isimlerin ve dahasının olağandışı bir durumla karşılaşmış olması mümkün mü? Hadi sakatlık, kötü bir başlangıç, form düşüklüğü, uyum sorunu ya da bir şeyler... Neden u17'de yıldızlarımız dediğimiz bu çocuklar şimdi yaşıtlarından bu kadar geride kaldılar?

Eğitim sanırım.

Doğru yerlere doğru kişileri getir(e)memek, yönetememek, geliştirememek ve nihayetinde eğitememek. Bundan 5 sene önce Muhammed Demirci'yi ana haber bültenlerine konu eden zihniyetin ürünü olarak, çirkin bir sorumsuzlukla eğitememek. Maç çıkışında soluğu barda alan futbolcular 17 yaşındaki futbolcuları sorumlu tutmak olmaz, sorumlu onları idare etmekle yükümlü olan hocalarının. Eğer bir sporcu özel hayatına dikkat etmiyorsa, müsabaka esnasında yeterli mücadeleyi göstermiyorsa, rakibine saygılı olmuyorsa ya da en sonuncusu doping kullanma ihtiyacı hissediyorsa bu en son olarak sporcunun hatasıdır. Keşke iyi sporcu olmanın önce iyi insan olmaktan geçtiğini antrenörlere anlatsak, öyle antrenörler yetiştirsek.

Umarım bir gün öyle olur; öyle ya da böyle.






24.08.2013

Ersun Yanal'ın Yolu


 
Fenerbahçe , Ersun Yanal yönetiminde çıktığı 6 resmi maçta ;


2 galibiyet , 1 beraberlik , 3 mağlubiyet aldı
7 gol atıp , 9 gol yedi
52 şut atıp kalesinde 99 şut gördü
1-1 biten Salzburg maçı hariç bütün maçlarda topla oynama yüzdesi rakibinden düşük
* İstatistikler internetten alınmıştır
 
Ersun Yanal sürekli olarak "Tempoyu yükseltmemiz lazım" diyor ama bütün maçlara farklı bir kadro ve zayıf bir orta saha kurgusuyla çıkıyor. Defansta Bruno Alves hariç güven veren bir oyuncu yok ama daha kötüsü orta sahada ileriye top taşıyabilecek bir yapı bulunmuyor. Bu durumda Fenerbahçe'nin bütün gol planları ilerdeki oyuncuların bireysel yeteneği ve ekstra gollere kalıyor. 

İstatistikler yalan söylemez , önümüzdeki günlerde daha somut veriler de ortaya çıkmaya başlayacaktır. Ersun Yanal'ın acilen sistemi değiştirmesi şart.

Not : Mert Günok için hep iyi şeyler söylüyorum ama artık Fenerbahçe'nin kalesinin ona emanet edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bugün Eskişehirspor karşısındaki mükemmel performansını kurtardığı penaltıyla süsledi , bu moralle devam etmesi en iyi olacaktır.


Raul 7 !



Futbol tarihine tanıklık edenlerin gördüğü sayısız 7 numara var. İçlerinde bazıları 10 numaradan bile hatırda kalır bir geçmişe sahipken , bazıları ise dünya futbol tarihine adını altın harflerle kazıdı.

Biz 90 çocuklarının 7 numara konusunda kafası biraz karışık olabilir. Benim ise bu konuda zihnim sonuna kadar berrak ; Raul Gonzales.


Futbola Atletico Madrid temeliyle giriş yaptığını düşünebileceğimiz bir adamın , Real Madrid'in efsanesi olması onu ilginç kılan özelliklerden sadece biri. Kendine has gol sevinci , sakinliği , karizması , liderlik özellikleri ve hırsıyla bütünü tamamlayan bir oyuncuya elveda demek zor oldu.

22 Ağustos 2013 günü Raul , Madrid tribünlerine golle veda etti.

Real Madrid yönetiminin gazete ilanında dediği gibi ; Gracias Raul!



18.08.2013

Tarihte Kırılma #1

2002-2003 Şampiyonlar Ligi 3. Ön Eleme Turu ; Çek temsilcisi Sovan Liberec'in rakibi AC Milan.

Evinde oynadığı maçı Milan , İtalyan golcüsü Inzaghi'nin 68'de attığı golle 1-0 kazanıyor. İki hafta sonra rövanşta da perdeyi Inzaghi açıyor , 20. dakikada Liberec'in turu geçmek için 3 gole ihtiyacı var.
Çek ekibi 47'de skoru eşitliyor , 87. dakikaya kadar İtalyan ekibi gayet rahat. Fakat dakialar 87'yi gösterdiğinde tabelada 2-1 Liberec'in üstünlüğü yazıyor. Kalan dakikalar Milan'ın 2-3 gol pozisyonuyla geçilse bile Milan turu deplasman golü kuralıyla atlıyor.

O sezonun sonunda Milan , finalde ezeli rakibi Juventusu penaltılarla mağlup ederek kupayı kaldırıyor.



5.06.2013

Futbol Kardeşliktir !


Fenerbahçe taraftar grubu 12 Numara , daha öncesinde ezeli rakibiyle en ateşli tartışmaları yaşayan o 12 Numara bugün Ultraslan'a zeytin dalı uzattı.

Her şeyi , her türlü çirkinliği , geçmişte yaşanan kavgaları , kaybolan hayatları falan unutun. Bu Türk futbolunun başına gelmiş en güzel şeylerden birisi. Süper Kupa maçında Galatarasaray - Fenerbahçe maçını omuz omuza izleyecekse bu insanlar , hepimiz için umut var demektir.

12 Numara'nın Twitter mesajıyla bitireyim yazıyı :

Abilerimiz, babalarımız, dedelerimiz tarafından her olayda ballandıra ballandıra anlatılan "birarada oturma" olayını hayata geçirelim.


Bravo 12 Numara !

21.05.2013

Tazminat / Tanzimat



2011-2012 sezonu bittiğinde Beşiktaş'ın mali tablosu ortadaydı. Yeni gelen yönetimin tavrı başarıdan çok mali düzenlemeye odaklanarak taraftarın beklentisi de bu şekilde düşürüldü. Ernst , Egemen Korkmaz gibi oyuncular yüksek maliyetleri sebep gösterilerek gönderildi. Özellikle Egemen Korkmaz'ın maaşında indirim yapmaması eleştirildi ve taraftarın önüne atıldı. Fakat onun yerine transfer edilen oyuncuların maaşları , yeni transferlerin bonservis bedelleri ve ilk yarı sonunda şampiyonluk yarışına ortak olunması paralelinde bazı oyuncuların maaşlarında iyileştirilmeye gidildi. Bu da yetmez gibi , bazı derbi maçlara galibiyet primleri verildi.
Neticede Beşiktaş sezonu beklendiği gibi şampiyon da bitiremedi , ikinci de olamadı. Sezonu elle tutulur bir başarı , kupayla kapatamayan bir Beşiktaş her halukarda başarısız sayılır evet ama Feda diye yola çıkılan bir sezonda yapılan hamleler bence asıl başarısızlığı işaret eden nokta oldu.

Şimdi sezon başına dönecek olursak asıl konuya , Samet Aybaba gelebiliriz ;

Sezon başında Sven Goran Eriksson iddiları vardı. Camianın tepkileri üzerine atılan imzalara rağmen sözleşme fesh edildi , söylentilere göre İsveçli İstanbul'a bile gelmeden 1.2 milyon Euro tazminat aldı. Yönetim bu fiyaskonun hemen ardından Beşiktaş'ın sembol isimlerinden Samet Aybaba'ya teklif yaptı. Samet Aybaba'nın hayali gerçekleşiyordu ama bunun karşılığı elbette her profesyonel gibi bir sözleşmeydi. O sözleşmenin şartları neler neredeyse hiçbir Beşiktaş taraftarı bilmiyordu.
Sezon ortasında hep söyledim , Samet Aybaba şampiyon bir takımı çalıştırabilecek seviyede değil. Bu Samet Aybaba'nın kötü bir teknik direktör olmasından çok vizyonuyla alakalı. Zira özellikle ilk yarıyı lidere yakın bitirdiğinde söyledikleri de büyük bir yanılgıya sebep olmuştu ; "Ligde bulunduğumuz noktaya bakarsak başarılıyız". Samet Aybaba'nın bildiği ama itiraf edemediği şey ligin puan skalasının inanılmaz düşük olmasıydı tabi. Devre bittiğinde 1 maçı eksik Antalyaspor 30 puanla üçüncü sıradayken (Beşiktaş'la aynı puanda) ligi 47 puanla yedinci sırada bitirdi.

O döneme ait Samet Aybaba'nın tek hatası bu değildi tabi ; Menemen konusu , rakip takımların büyük transferlerine yaptığı yorumlar , Feda konusunu kendi adına sürekli gündeme getirmesi ve kaybettiği maçların bazılarında oyuncularını hedef göstermesi onu haklıyken haksız duruma düşürdü. Kimsenin büyük beklentilerinin olmadığı bir sezonu hem teknik hem idari anlamda iyi yönetemeyen Beşiktaş'ın bugün ise en büyük gündemi Samet Aybaba'nın istediği tazminat.

Samet Aybaba'yı eleştiremediğim nokta tazminatını istemesi.Her profesynel çalışan gibi kendisine vaad edilen ücreti almak kadar doğal bir hakkı yok. Bugün basına bir duyum olarak gelen ama geçerlilik ihtimali yüksek olan bu olayı buraya getiren esas taraf Beşiktaş yönetimi. Feda dedikleri bir sezonda takımın başına Beşiktaş'ın sembol isimlerinden birini getirmek demek ona göre bir ücret ve sözleşme hazırlamak demektir aynı zamanda. Siz o sözleşmeye tazminat koyarsanız ödeyeceğiniz zaman da pazarlık yapmadan ödemekle mükellefsiniz. Tabi burada Samet Aybaba'ya taraftarın tepki vermesini sağlayan şey Aybaba'nın sezon başından beri söyledikleri. En başından beri Beşiktaş'a para için gelmediğini vurgulaması , başarısız olduğu zaman çekip gidecek kadar Beşiktaş'ı sevdiğini söylemesi ama bütün bunları işler kötü gidince uygulamaması haklı tepkilere sebep oluyor.

Fakat benim burada anladığım şey şu ; Madem başarı beklentisi olmayan bir sezonun sonunda başarısız olduğu için gitme ihtimali vardı , Beşiktaş yönetimi Samet Aybaba'yı neden bu takımın başına getirdi ?

Feda diyen yine Beşiktaş taraftarı olacak.

14.05.2013

Yusuf'tan Daha Ortak



Derbi sonrasına damgasına vuran olayın iki ismi ; Burak Yıldırım ve Yusuf Ortak.

19 ve 20 yaşlarında olan bu iki gencin kaderini birleştiren şeydi o derbi. Maçtan hemen sonra Beyaz Tv'de yayınlanan spor programı görünümlü o yayına Burak'ın arkadaşı olduğunu söyleyen bir çocuk çıkardılar. Çocuk Burak'ın okuduğu okulu bile bilmiyordu ama inatla "kahpece bıçakladılar" diyordu. Hemen arkasından Aziz Yıldırım'ı suçlamaya kadar giden sözleriyle hayatını kaybeden arkadaşının çok dışına çıktı konuşmaları.
Sosyal medya 2 gün boyunca bu haberle çalkalandı. Reyhanlı'da ölen onlarca vatandaşın 1 saniye konuşulmadığı ortamda , Facebook profil fotoğrafları Burak'ın resmiyle donatıldı , adına gruplar açıldı , bir spor şiddeti vakası bir camiaya yıkılarak şiddet körüklendi. Yapmayın dedikçe hem Burak'ın ailesinin acısını taklit edip , 2 gün sonra unutacakları bir olayı konuştular hem de nefreti giderek şişirdiler.

Yaklaşık 1 saat önce Mobese görüntüleri haber kanallarına ve internete düştü. "Kahpece" diye bıçaklandığı o arkadaşınca ve bütün bir işgüzarlarca üstüne basa basa söylenen Yusuf Ortak , arkadaşıyla vedalaşıp evine doğru yürürken arkasından seslenen 7 taraftar vardı kayıtlarda. Canlı yayında "o bizden önce gitti" diyen arkadaşı ve diğerlerinin aksine Burak Yıldırım yürümüştü Yusuf'un üzerine ; asıl kahpenin onu oraya gönderen , daha sonra bu olayı bir intikam mevzusuna çeviren arkadaşları olduğunu bilmeden. Yusuf affedilmeyecek bir hata yapıp Burak Yıldırım'ın hayata gözlerini yumduğu o bıçağı savurduğunda diğerleri neredeyse kaçıyorlardı. İki gencin de hayatlarına kast eden asıl zanlılar da onlar olarak.

İki gündür bunun bir şiddet olayı olduğunu söyleyenlere "Katilsaray" diye cevap veren o karaktersizler şimdi çıkıp utanabilecek mi ? Bunun bir şiddet olayı olduğunu , gereksiz hesaplaşmaların , sokak kavgasına dönüşen ve sporla alakası kalmayan bu olayın son olmasını dileyebilecekler mi ? Facebook'dan Yusuf Ortak'ın sayfasına "tipe bak , zaten katil belli işte !" diyenler şimdi biraz da Yusuf Ortak'a üzülebilecekler mi ? Peki Yusuf'un bıçağı olmasaydı , bu sefer ölen ya da belki yaralananın Yusuf olabileceği ihtimalini konuşabilecekler mi ? Bunun artık bitmesi gerektiğini , riyakarlıklarını , utançlarını aynı sayfalara yazabilecekler mi ?

2 gündür takımımın şampiyonluğu hakkında tek kelime edemeden , üzüntü içinde olayı takip ediyorum. Artık sokaklarda formayla dolaşamayacak olmanın hüznüyle , içine kan lekesi iliştirilmiş futboldan midem bulanarak 2 gündür canımı sıkıyorum. Burak Yıldırım'ın atkısında yazanları örnek gösterenlere kızdığım gibi yine aynı şekilde kızıyorum , Yusuf Ortak'ın bıçak darbesine lanet ediyorum. Fakat bunu bir taraftar olarak değil , bir insan olarak yaşıyorum. Eğer biraz vicdanınız varsa siz de böyle yapın.


Ve esas ortaklar , futbolu yönetenler ;

Sahada gırtlak gırtlağa , medyada ateşi körükleyerek , kulübede ortamı gererek bu insanları bu hale getirenler utansın. Olayın içeriğine hakim olmadan bir adamı çıkarıp yalancı şahitliğine izin veren siz sözde spor programları ; hem yanlış kamuoyu oluşturmaktan hem gündemi yok yere meşgul etmekten ceza almalısınız. Birazcık utansanız bu işi de yapmazsınız ama neyse.


Futbol asla şiddet değildir.




13.05.2013

Futbol Asla Şiddet Değildir




12 Mayıs 2012 Galatasaray - Fenerbahçe maçıyla alakalı olarak ;

Irkçılık

Sahada Fenerbahçe'den 4 , Galatasaray'dan 2 siyahi futbolcu var (Ben normalde zenci derim çünkü çok sevdiğim , sempatik bulduğum , en ufak bir art niyetim olmayan bir söylemdir ama doğru karşılanmadığı için siyahi diyebildim. Bence bu daha kötü , o ayrı)  Bir taraftar çıkıp sahaya muz sallıyor , diğeri sosyal medyadan Didier Drogba'ya hakaret ediyor. Bunu yapan bir Fenerbahçe taraftarı ama Drogba'nın da Instagram'da yazdığı gibi "En üzücü olanı ise bana maymun diyorsun ama benim 'maymun' kardeşim Webo dün 2 gol attığında havalara sıçradığını unuttun"

Bunu belli bir kulübe ya da taraftara yöneltemem ama yakın zamanda yaşananlar ; Emre Belözoğlu'nun Zokora'ya hakareti , daha sonrasında Zokora'yısiyah poşetleri kafasına geçirip protesto etmeye çalışanlar ve Emre Belözoğlu'na verilen tarihi komiklikteki ceza. Biz zaten ülke olarak hiçbir zaman ılımlı olmadık , olamadık. Bugün Drogba'ya destek vermek isteyen insanlar bile malum taraftarın sosyal medya hesaplarına ırkçı söylemler ve şiddet mesajları yağdırıyor. Neresinden tutsan elinde kalıyor ya işte , neyse.
Anlayana ; maç içinde neredeyse bütün siyahi oyuncuların olayların dışında kalma çabası da bize en güzel cevaptır.  Çünkü biz işimize gelince onları dışlamayı çok iyi biliriz , onlar da kendi kara parçalarında bizim aç gözlülüğümüzün sefaletinin gölgesinde yaşamayı iyi bilirler. Utanç müzesi gibiyiz.

Kötü Örnek

Maçtan önce Aykut Kocaman'ın çıkıp "Alkışlamayı düşünmüyoruz , böyle şeyler için erken" demesiyle başlayan bir süreç. Sonrasında Aziz Yıldırım'ın tamamiyle Galatasaray'ı hedef alan söylemleri ve nihayetinde sahaya kadar yansıyan nefret. Daha sahaya bile çıkmadan 9 sene öncesinde Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi alkışlamadığını söyleyen Emre Belözoğlu da olaya kendince dahil oldu tabi. Aynı Emre Belözoğlu'nun rakibini yerden kaldırmak isteyen Melo'yu itmesi de unutulmayacaktır. Volkan Demirel'in maç sonu röportajında "Taraftarlarımızdan özür diliyorum" demesi bile her şey özetlemek için yeterli , çünkü Volkan sadece sahada olmayacağı maçlar için kendi taraftarına karşı futbolca bir kabahat işlediğini düşünüyor. Oysa maçın başında hiçbir şey yokken Drogba'yı ittirmesinin , Sabri Sarıoğlu'yla gırtlak gırtlağa sarılmasının bu ülkenin gençlerine nasıl örnek olacağını düşünümüyor. Sabri için de aynı şeyler geçerli fakat Sabri'yi provakatör ilan eden Volkan'ın geçmişini ve saha içi şiddet faaliyetlerini de biliyoruz. Artık birisi Volkan'a gereken uyarıyı yapmayacak mı ? Sabri'ye de yapılsın , biraz olsun ortamı gerdiyse Eboue'ye de yapılsın ama artık bir şeyler karşılığını bulsun.
Tabi bütün bunların yanında maçın başından sonuna kadar rakibi olmasına rağmen Drogba'yı her pozisyonda oradan çekip götürmeye çalışan Yobo'yu da geçen sefer olduğu gibi tebrik ediyorum , maçın en iyisi oydu.

Basın

Galatasaray , bitime 2 hafta kala şampiyon sıfatıyla Kadiköy'e gelmiş , rakibiyle arasında 10 puan fark var. Basınımız sağolsun bu maçın bile tansiyonunu arttıkmak için elinden geleni yaptı ve kısmen bile olsa başardı. Oysa Cumartesi günü caddede GS Store poşetiyle gezenler , sarı kırmızı formasıyla dolaşanlar vardı. Ben Fenerbahçeli arkadaşlarımla çimlerde biramı içerken maçı bile konuşmayacak kadar değersiz buluyorduk. Neticede bu nihayetinde bir derbi fakat sonucunun etkisiz olduğu bir maçtı. Tabi basın rahat duramadı ; "kim ne kadar gol atmış" , "Drogba gol atarsa çimlerde kayacak mı ?" , "emniyet güçleri nasıl tedbirler alacak ?" , "Cüneyt Çakır hatalı karar verir mi ?" diye fitili yavaştan ateşledi. Ne oldu ? Gencecik bir çocuk hayatını kaybetti ve bu kez Milliyet gazetesi utanç verici bir haberle o çocuğun Real Madrid atkısıyla Fenerbahçe maçını izleyen fotoğraflarını yayınladı. Cahilin başka bir bedene kör bıçağı saplamasını , o çocuğun hayatta olmayışına bir takım zihinisizlerin hak vermesini ister bir tavırla o fotoğrafı yayınlayan Milliyet yerin dibine girsin.
Buna ek olarak ; Televizyonlarda şiddeti lanetleyip mafyanın içinde yaşayan , arka odalarda şiddetin en büyük destekçisi olmaktan çekinmeyen o insanların da bu utanç müzesinde yeri hazır. Gerçekten başkası adına ben utanıyorum , utanıyorum ve yine utanıyorum.

Sonuç

Geçen sezon Süper Final zımbırtısında kalp kriziyle hayatını kaybeden bir Galatasaray taraftarı , İnönü'de bıçaklanarak ölen gencecik bir çocuk ve tek suçu tuttuğu takımın maçını formasıyla seyretmek olan 20 yaşında bir Fenerbahçe taraftarı. Bundan önce senelerdir yaşananlar , Trabzon'da Fenerbahçe için başlayıp hemen hemen 3 büyük takıma karşı da sergilenen nefret tiyatorsu ve İzmir derbilerinden gelen acı haberler. Şampiyonluklarını yıldızlarda değil kanla kazananların liginde alkışlamak için hala erken mi ? Bir şeylerin düzelmesi için , en azından şiddetin bu denli sert yaşanmaması için adım atmak için yeteri kadar canımız yanmadı mı ?
Galatasaray kulübü şampiyonluk kutması yapmayacakmış. Madem öyle , buradan başlasın o zaman bir şeyler. Bir anneye anneler gününde evlat acısı yaşatmanın , kaçan hiçbir şampiyonluk kadar yürek acıtmayacağını görsün herkes. Galatasaray formasıyla Anadolu , Fenerbahçe formasıyla Avrupa yakasında gezmek yürek istemesin , o kutsal formaları savaşa giden askerin zırhı gibi giymesin kimse. Her gün ölüm haberiyle sarsılan , gencinden yaşlısına acıya bu kadar alışmış bir toplum daha çok bağlanmasın bu acıya. Herkes elini vicdanına koyup eğrisini doğrusunu ortaya çıkarsın.

Çünkü futbol , asla şiddet değildir.

12.05.2013

Fenerbahçe 2 : 1 Galatasaray - Bir Dakika !


Sakin Bölüm

2 hafta önce programımızı yaptık , her derbi maçında olduğu gibi maçı olaysız ve rahat bir şekilde izlemek için yine evde izleyecektik , arkadaşın evinde izlemeye karar verdik. Maçı çok sevdiğimiz insanlarında katılımıyla 6 erkek izlemeye başladık. Biralar açıldı , cipsler koyuldu , muhabbet eşliğinde maç da başladı.

Aramızda bir Beşiktaş taraftarı da vardı ki o da kendi takımı için biz Galatasaray taraftarları ile aynı sonucu bekliyordu. Buraları hızlıca geçiyorum çünkü maçın futbol anlamında akılda kalan neredeyse hiçbir şeyi yoktu. Önce Galatasaray Burak Yılmaz'ın penlatı golüyle öne geçti , 8 dakika sonra Fenerbahçe eşitliği buldu , ondan 3 dakika sonra öne geçti. Penaltı doğru mu , golde ofsayt var mı , sanki biraz penaltı kokuyordu falan kısımlarına girmiyorum çünkü hiçbir önemi yok.

Maçtan önce fanatik Fenerbahçeli arkadaşlarım maçı beraber izlemek için teklif yaptı , kol kola maçı izleyecektik. Ne olur ne olmaz , maçın heyecanıyla kırgınlık olmasın dedik reddetdik. Fakat sahada buna uygun insanlar yoktu. Önce Volkan Demirel , yarım sezondur bütün rakiplerinin saygısını kazanmış bir adam olan Drogba'yı yok yere itekledi , üzerine yürüdü. Onun gerginliği soğumadan Emre Belözoğlu'nun , faul yaptığı rakibini yerden kaldıran Melo'yu yok yere ittirip gerginliği arttırması tuz biber oldu. Bu arada takımına maksimum zararı veren Eboue'nin de olmaz yere yerlere atlamaları işi iyice gerdi. Maçın sonucunun şampiyonlukla hiçbir alakası olmamasına rağmen işi sürekli gerenler gayet mutlu olmuştur bütün bunlar yüzünden. Maç tam bitti dediğimiz yerde oyuna sonradan giren Sabri Sarıoğlu derbilerin olaylı adamı Volkan Demirel'le olmayan bir pozisyon sonrası birbirine girdi. Nihayetinde derdide karşılıklı kırmızıkartlar çıktı , yine kırmızısız bir derbi bitirememiş olduk.Bütün bu pozisyonlarda , özellikle Drogba'yı olay yerinden uzaklaştırmaya çalışan Yobo erbinin en temiz isimleri arasındaydı , sahada yapabileceği en güzel hareketlerden daha iyisini yaptı , onu çok ayrı bir yere koymak lazım. Neticede en çok ihtiyacı olan takım maçı kazandı , Fenerbahçe'yi tebrik etmek lazım.


Önemli Olan Burası

Ne olduysa maç sonunda oldu. Bir Fenerbahçe taraftarının Galatasaray taraftarları tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü söyleniyor. Beyaz Tv'de yayınlayan o malum program gerçekten insanlardaki olmayan nefret duygusunu bile var etmeye yeter. Orada 19 yaşında bir çocuk hayatını kaybetmişken arkadaşıyla röportaj yapmak nasıl bir insaniyettir ? Çocuğa nasıl oldu diyorlar , çocuk "kahpece" bıçaklandı diyor. İnsan hayatını delikanlıca ve kahpece olarak mı ayırıyoruz ? Aynı çocuğa arkadaşının nerede okuduğunu soruyorlar "bilmiyorum" diyor. Üstelik sözlerini de Aziz Yıldırım'a isyan ederek sonlandırıyor. Ölümü bile nerelere çekiyorlar , Burak Yıldırım'ın sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyorum.
Efendi kişiliğiyle tanınan Aykut Kocaman maçtan sonra ne diyor ; "Bence Galatasaray taraftarı bu olanları yadırgamamalı" ve ekliyor "Aynı şeyler TT Arena'da da oluyor"
Sahaya viski şişesi atılmış , kendi oyuncuna yabancı madde isabet etmiş ve sen bunu söylüyorsun. O zaman seneye TT Arena'da daha fazlası yapılsın , Şükrü Saraçoğlu'nda şiddet iki katına çıksın. Beyfendi diye baş tacı yapılan bir spor adamı bunu söylerken bizde sporda şiddeti taraftarda arayalım. Çünkü deplasmana seyirci almamakla iş hemen çözülüyor.
Şimdi bakıyorum ; insanlar birbirlerini hiç yoktan yere tehdit ediyorlar. Yok o onu vururmuş , yok o onu kesermiş. Böyle futbola lanet olsun. Bu işi buraya getirenler diye hep yazdığım o riyakar , kanla beslenen , zavallı yorumcular da şimdi zil takıp oynasın. O çocuk gerçekten hayatını kaybetti kaybetmedi konusu değil ; bugün belli lokasyonlarda formalı gezmenin bir bedeli varsa bunun sebebi bu zavallı insanlar ve onların başındaki yöneticiler. Hatay Reyhanlı'da olanların üstünü güzelce örten basın şimdi 10 gün bu haberleri konuşur , insanları iyice nefrete sürükleyip biraz daha malzeme yaratır. Nefretten beslenen toplumların hasatları da ölüm ölür.


Şimdi neyi kutluyorsanız kutlayın.