15.09.2015

Hamza Hamzaoğlu ve Destek Ricası


Yönetim transfer yapmadı, teknik direktör Hamza Hamzaoğlu da bu kararı destekledi. Argümanı ise ''Bu şampiyon olmuş bir takım, biraz olsun destekleyin.'' oldu. Hamzaoğlu'nun her başarısız sonuçtan sonra tekrarladığı bu çağrısına kulak verip destekleyelim:


Sahada ne oynadığı belli olmayan, doğru düzgün bir tane hücum yapamayan takımı destekleyelim.

İhtiyaç olmadığı için transfer yapmayan ama şampiyonlar ligi maçına yedek kulübesinde Yasin Öztekin, Umut Bulut, Olcay Adın'ın olmasını destekleyelim.

Transferin son gününde Felipe Melo'yu gönderip, Şampiyonlar ligi maçına Hakan Balta'yı ön liberoda başlatmayı destekleyelim.

Mali düzenleme iddiasıyla Sabri Sarıoğlu'na zam yapılmasını; Bilal Kısa, Jem Karacan gibi oyuncuların transfer edilirken Wesley Sneijder'in maaşına zam yapılmamasını destekleyelim.

Mali düzenleme takıntılı yönetimin sponsor bulmayaşını; sürpriz ve büyük bir sponsorluk yapacağını söyleyip en sonunda THY ile 2.3 milyon euro'ya anlaşmasını destekleyelim.

Yıllardır hiçbir şey oynamayan Emre Çolak'ın Şampiyonlar ligi maçının 32. dakikasında oyundan alınıp; iki sezondur saç baş yoldurtan, bu sezon taraftarın en büyük çilesi olan Umut Bulut'un oyuna alınmasını destekleyelim.

Galatasaray futbol takımının sezona dair tek olumlu hareketi olan Jason Denayer'in opsiyonsuz kiralanmasını destekleyelim.


Hazır çılgınca desteklemişken:

Futbolun hızlı oynandığı günümüzde topu ayağına her alışında mevsimlerce top saklayan Yasin Öztekin'i,

32 dakikada sadece top kaybı yapan, yıllardır da ötesine geçemeyen Emre Çolak'ın oyundan çıkarılırken taraftar tepkisine cevap vermesini,

Koşu mesafelerinin metre metre ölçüldüğü günümüz futbolunda sahayı adım adım dolaşan Selçuk İnan'ı,

Verilen hiçbir pası önüne alıp top süremeyen Burak Yılmaz'ı,

Altyapısıyla birlikte 20 senedir bu formayı giyen Sabri Sarıoğlu'nun hala daha orta açmayı öğrenememesini de destekleyelim.


Ben destekliyorum Hamza Hamzaoğlu; her şeyden önce gelen takım içi dengeleri için destekliyorum!


3.09.2015

28 Yıl: Cesaret, Kibir ve Hüsran


Şeref tribününün hemen altındaki bölümde, babam ve arkadaşlarıyla izlediğim o mükemmel takımın mimarıydı Fatih Terim. Şimdi başka bir dünyada, sanki paralel evrende yaşıyormuş gibi izliyoruz onu ve matematiğini çözemediğimiz futbol kariyerini.


Yükseliş

Fatih Terim, A milli takımı Euro 96'ya götürdüğünde takımın büyük bölümü küçük yaşlarından itibaren tanıyordu. Bu başarısından dört yıl sonra Galatasaray'ı dört yıl üst üste lig şampiyonu yapmış, bir de uefa kupası kazanmıştı. 1993-2000 yılları arasındaki 7 seneye sığdırdığı başarılar onu Türk futbolunda 'İmparator' yapmaya yetti. Rüya gibi geçen 7 senenin ardından Floransa'nın yolunu tuttu.

Son iki sezonda takımı Trapattoni çalıştırmıştı. Trapattoni' iki sezonda da kendisinden önceki sezonun puanının üstüne çıkamamıştı ama ilk senesinde takımı üçüncü yapmayı başarmıştı. Hatta o sezonun ertesinde -Trapattoni'nin takımın başındaki son sezonunda- Fiorentina, Şampiyonlar ligi ikinci gruplarında 8 puanla üçüncü olurken Valencia 10 puanla gruptan çıkıyor, finale kadar ilerleyip Real Madrid'e yeniliyordu (Grup sonuncusu olan Bordeaux kazandığı 2 puanı da Fiorentina'dan almıştı)

Terim'in Fiorentina macerası fena başlamadı; 10 maçta 14 puan. Bir önceki sezonu 51 puanla kapatan bir takım için başarısızlık değildi ama iyi de sayılmazdı. Rui Costa, Enrico Chiesa ve Nuno Gomes'in gollerinin spor programlarımızı süslediği meşhur maçta Fiorentina Milan'ı 4-0 yeniyor ve takımın tam 10 maç sürecek galibiyet hasreti de başlıyordu.
Sezon bittiğinde Fiorentina 43 puanla ligi dokuzuncu bitirmiş, başkan Vittorio Cecchi Gori'yle anlaşamayan Terim kupa finalinde takımın başında değildi.

Ertesi sezon Milan'a gittiğinde beklentiler büyük ama sonuç öyle olmuyor. Bir konferans için İstanbul'a geldiğinde kovulduğunu öğrenen Fatih Terim'in kariyeri de orada değişiyordu.


Duraklama

2002 yılında Galatasaray'a döndüğünde Mircea Lucescu'nun şampiyon takımını önce ikinci, ertesi sene ise altıncı yapıyordu. Başarısız geçen bu 'ikinci' Galatasaray döneminin ardından diğer 'ikinci' dönemine, Ersun Yanal'ın yerine Türk milli takımına geri dönüyordu.

Ukrayna'nın 22 puanla lider olduğu grupta Türkiye 16 puanla ikinci, Danimarka ise 15 puanla üçüncü sırada. Fatih Terim ilk maçında evinde Danimarka'yla berabere kalıyor, ardından iki maçını da kazanarak baraj maçlarına kalıyor. 2-0 mağlup biten maçın rövanşında fazla motive bir Alpay Özalan'ın 5. dakikadaki kırmızı kartı ve penaltısının da etkisiyle maç 4-2 galibiyetle bitiyor ve Türkiye eleniyor. Maça damgasını vuran ise sahadaki 6 gol değil, maç sonu çıkan olaylar oluyor.

Bu elenmeyle birlikte kariyerindeki ilk Dünya Kupası fırsatını kaçıran Terim, Euro 2008 eleme grubunu Norveç'in 1 puan önünde bitiriyor ve şampiyonaya katılıyor. Şampiyona boyunca milli takımın en iyi oynadığı maç olan Almanya maçı kaybedilince milli takım turnuvayı üçüncü olarak bitiriyor.
2010 Dünya Kupası elemelerine 3 maçta 7 puanla başlayan milli takım, 10 maçta 15 puanla Bosna Hersek'in arkasında bu grubu da üçüncü bitiriyor ve Fatih Terim'in Dünya Kupası apoleti yine eksik kalıyor. Yol yine Galatasaray'a düşürüyor, üçüncü kez.

Fatih Terim, Galatasaray'daki üçüncü dönemine 2 şampiyonluk ve 1 Şampiyonlar Ligi çeyrek finali sığdırmayı başarıyor. Kariyerinde ilk kez Şampiyonlar Ligi gruplarından çıkmayı başardığı bu dönemde kaybettiği Real Madrid maçında bile övgü alan atak bir futbol oynatıyor. Fakat üçüncü ve son sezon başladığında işler düzelmemek üzere değişiyor.


ÇÖKÜŞ

Ünal Aysal ve Fatih Terim arasındaki 'eleman' konusu basının da tahrik etmesiyle giderek büyüyor. Egosuyla ünlü Terim'in Galatasaray için sadece bir teknik direktör olarak kalmak istemediği, üçüncü kez imza attığı milli takımda TFF başkanı Yıldırım Demirören'in ''O bizim için sadece bir eleman değil'' demesiyle de açıklığa kavuşuyor aslında. Aysal-Terim konusuna dair fazlasıyla söylenti olsa da Fatih Terim'in tribüne gönderildiği Orduspor maçı sonrasından TFF ve hakemler için söyledikleri, açıklayacağını beyan ettiği konular ve tavırları hala kocaman bir soru işareti. Neticede Terim, son dünya şampiyonu Almanya'nın teknik direktörü Joachim Löw'den daha fazla bir maaşla (Löw 2.8 milyon euro - Fatih Terim 3.5 milyon euro) 

Abdullah Avcı'nın 2014 Dünya Kupası eleme grubunda 16 puanla dördüncü yaptığı (Lider Hollanda 28, ikinci Romanya 19 puan) milli takımın başına üçüncü kez gelen Terim'in takımdaki geleceği kritik; milli takım 7 maçta 9 puanla dördüncü sırada. İşin kötü tarafıysa maçı bazı sebeplerden ötürü protesto edilmeyeceği Konya'da oynayan milli takım, evinde Letonya'yı yenecek güçte olmamasına rağmen Fatih Terim açık bir dilde hakemleri eleştirerek Uefa'ya üstü kapalı bir uyarıda bulunabiliyor.


1993-2000 arasındaki o 7 sene, yazarın kibriyle üstünü karaladığı harika bir roman gibi raftaki yerini koruyor...







30.08.2015

Değişmeyen 17 Yıl: Türk Futboluna Özet


Hakan Ünsal'ın kariyerindeki belki de en güzel golü attığı gün, Fenerbahçe'de uzun yıllar sürecek bir hükümdarlığın başladığı gündü.


Aziz Yıldırım'ın günümüze kadar devam eden, bazı dönemler istifa edip geri dönmesiyle taçlanan başkanlığının başladığı 15 şubat 1998 tarihinden bugüne kimler girmedi ki kulübün kapısından; Joachim Löw, Nicolas Anelka, Ariel Ortega, Roberto Carlos, Mustafa Denizli, Aykut Kocaman, Zico,  Alex De Souza...

17 yıllık başkanlığı süresince teknik direktör koltuğu 18 defa değişti. Göreve başladığı gün takımın başındaki Otto Baric'i ve iki farklı dönemde takımı çalıştıran Christoph Daum'u saymazsak takımı 16 farklı teknik adama emanet etti.

Başkanlığında Fenerbahçe futbol takımının 6, ezeli rakibi Galatasaray ise 9 lig şampiyonluğuna şahitlik etti. Avrupa kupalarında 1 şampiyonlar ligi çeyrek finali ve avrupa ligi yarı finali görmesine karşın ezeli rakibi Uefa kupası ve Uefa Süper Kupasını kazandı, şampiyonlar liginde 2 kez çeyrek finale yükseldi.

Güncel adıyla Spor Toto Süper Lig'de Galatasaray ve Fenerbahçe'nin 14'er şampiyonluklarının bulunduğu sezon federasyon ''Kulüpler her 5 şampiyonluk için 1 yıldız takacak'' dediğinde 3. yıldızı ilk takan kulüp olma yarışında Fenerbahçe ezeli rakibinin arkasında kaldı, ikinciliğinin kesinleştiği evindeki son maça 'tamamı yıldızlarla kaplı' formayla çıktı. Aynı hikaye geçtiğimiz sezon bu kez 4. yıldız için tekrarlandığında Fenerbahçe'nin sahada bol yıldızlı formaları yoktu,  onun yerine Fenerium'da -1912'den itibaren kazanılan şampiyonlukların hesaplandığı- 5 yıldızlı formalar yer aldı.

Yeri geldi resmi siteden rakiplere, an geldi televizyondan rakip takım futbolcularına tepki gösterdi. Ortada konusu bilr yokken Galatasaray üzerinden Ergin Ataman'a  ''Bi hoca hem kulübü hem milli takımı çalıştıramaz'' dedi, üstelik Tanjevic milli takımın başındayken Fenerbahçe'ye imza attıran da kendisiydi. Asıl ilginç olan ise kulübün simgelerinden kabul edilen Alex De Souza için taraftarların tezahüratına sahaya inerek yaptığı anons oldu. Bazı dönemleri kimsenin anlam veremediği çıkışlarla süslese de daha çok rakipleriyle uğraştı, hatta Galatasaray'ın Uefa Kupası zaferini 'tesadüf' olarak değerlendirdi.

Fenerbahçe taraftarları stadyumlarında dakikalarca olmayan şampiyonluğu kutladığında da, ezeli rakibi Galatasaray final maçı olmak üzere iki defa Şükrü Şaraçoğlu'nda şampiyonluk kutladığında da başkan kendisiydi.

Eleştiriye tamamen kapalı oluşu yüzünden protesto edilmeye de tahammül edemedi. Protestolar transfer dönemlerine uzak vakitlerde olduğunda asabi demeçler verirken transfer dönemlerinde taraftarı dizginleyecek hamleler yaptı; Galatasaray'a 3. yıldızı kaptırdığı sezonun ertesinde Ariel Ortega'ya, mağlubiyet 4. yıldıza geçince Van Persie, Nani gibi isimlere imzayı attırdı.


Yaptığı iyi şeyler olmadı mı? Tesisleşme ve kulübü kurumsallaştırma anlamında ciddi işler yaptı, yapmaya da devam ediyor. Kimilerince eleştirilse de stada para kazandıracak bir taraftar profili kazandırdı, transferdeki hamleleriyle de o seyircilere kombine ve forma satmayı bildi.

Aslında Aziz Yıldırım, Türk halkının en sevdiği profili çizerek dikta etmeyi seçti ve günün sonunda koltuğunda kalan hep o oldu. Belki planlamasını rakiplerine göre değil, başında bulunduğu kulübe göre yaparak devam etseydi yine eleştirilecek ama tarihe adını başka şekilde yazdıracaktı. O hep günü kurtaran bir tercih yaptı, sadece günü kurtardı...

24.08.2015

Yönetenler Yönetemiyorsa


* Ligin ilk 3-4 haftası kaybedilen puanlar telafi edilir ama bazı şeyler düzelmez.

* Galatasaray evinde Osmanlıspor'a yenilebilir ama rakibinden açık ara daha az koşamaz.

* Hamza Hamzaoğlu hatalı oyuncu değişikliği yapabilir ama sahanın tartışmasız en iyi Jose Rodriguez'i oyundan alamaz.

* Kötü transferler yapılabilir ama eldeki imkanlar da gözardı edilemez.

* Yöneticiler bazen taraflarları yatıştırmak için ufak yalanlar söyleyebilir fakat kulübün itibarını yerle bir edemez.


Galatasaray 3 kupayla tamamladığı sezona her anlamda berbat başladı. Ligde ilk iki hafta galibiyet alamamak, evinde ligin yeni ekiplerinden birisine yenilmek gibi şeyler kabul edilebilir ama bu tavır kabul edilemez. Ibrahimoviç transferindeki fiyasko söylemlerden sonra Aziz Yıldırım'ın ''Ibrahimoviç'i Türkiye'ye sadece Fenerbahçe getirebilir'' söylemi Galatasaray yönetimi için tam bir skandal oldu. Futbol saha dışında başlar, sahada devam eder. Galatasaray ise bu sezona saha dışında mağlup başladı, bu sahaya da yansıyor.

Şampiyonlar ligi kısmına hiç girmeden ligle ilgili sormak istiyorum: Geçen sezonu şampiyon tamamlayan Galatasaray ve rakipleri arasındaki kadro revizyonları nedir? Galatasaray'ın hücum gücüne yaptığı takviye ve rakiplerinin mevcut hücum silahları kıyaslanabilir mi?
Aynı şekilde mali tabloya ve bu konudaki projelerine vurgu yapan Dursun Özbek'in yersiz iç ve dış transfer harcamaları, sponsor bulamamış olması ve pasif kalan söylemleri gelecek adına umutlu bir tablo mu?

Hamza Hamzaoğlu, çok şanşlı geçirdiği bir sezonu 3 kupayla tamamladı ama şu anki gidişatı tepetaklak görünüyor. Belki kulübün mali yapısını ve kendi deyimiyle 'denge'lerini korumak arzusunda olabilir ama bu gidişatın kulübe vereceği zararın boyutlarını hesaba katmadığı açık. üstelik Hamza hocanın söylemleri arasında da tutarsızlıklar belirmeye başladı. Bunlar yönetimle arasındaki sorunların sonuçları mıdır yoksa Hamza hocanın fikirlerinin değişkenliğini mi gösterir bilemiyorum fakat bazı işlerin yolunda olmadığı açık. Bu konuda Melo için koyduğu tavır ve bugün geldiği durum, en son olarak ise Burak Yılmaz'la aralarında bir sorun olmadığını söylemesine rağmen Cüneyt Tanman'ın tam tersi yöndeki açıklaması -ki kendisinin böyle bir konuda açıklama yapması bile doğru değil- kafa karıştırıcı.

Hepsinin ötesinde Muslera'yı bu mentale nasıl düşürdüler onu anlayamıyorum. Dünyanın ilk beşindeki kaleciden bir hazırlık kampında 3. lig topçusu yaratmak ilgin. Nando'nun kredisi bitmez meselesi ayrı, bittabi bitmez.


Bakalım Galatasaray'da çark nereye, kime doğru dönecek.

5.08.2015

Mükemmel Değil Kimse



Rakitsky, Taison, Gladkyj, Pyatov.

Fenerbahçe taraftarları  gazete manşetlerinde bu isimlerin takımlarına imza attığını okusa kaçının tepkisi olumlu olurdu? Taison kim, nerede oynar, hangi bölgenin adamı, hangi ayağını iyi kullanır? Duran toplarda etkili midir yoksa penaltıları bile çerçeveye sokamaz mı?

Shakhtar, Kadıköy'de 0-0 biten maçın rövanşında Lviv Arena'da Fenerbahçe'yi 3-0 mağlup etti. Bu isimler de Srna önderliğinde takım oyununu ve en çok takım halinde defansı mükemmele yakın oynayabilen oyunculardan bazıları. Tabiki onların seviyesi de belli bir noktada kırılan bir dirençte, fakat geçmiş daha fazla şeyden bahsediyor.


Galatasaray ve Beşiktaş'ın gruplarını üçüncü bitirdikleri 2003-2004 sezonunda Şampiyonlar Ligi son eleme turunda L. Moskova'ya elendi Shakhtar. Ardından Uefa Kupası'na gittiler, orada da ilk turda Dinamo Bükreş gibi vasat bir takıma iki maçta da yenilerek veda ettiler.

Bir sezon sonra bu kez Devler Ligi vizesi aldılar ama grubu Milan ve Barcelona'nın ardından üçüncü bitirdiler. Zaten o Milan İstanbul'daki efsane finalde Liverpool'a kaybetti. Shaktar ise son 16'ya kadar gittiği Uefa Kupası'nda AZ Alkmaar'a elendi.

Tarihler 2009'u gösterene dek Shakhtar ya Şampiyonlar Ligi vizesi alamadı ya da gruplarda elendi. Bu elenmelerin sonuncusunda olan 2008-2009 sezonunda Barcelona ve Sporting Lizbon'un arkasında üçüncü bitirdiği gruptan sonra bu isimle düzenlenecek olan son Uefa Kupası'na katıldı. O tura dek Tottenham, CSKA Moskova ve diğer bir Ukrayna temsilcisi Dinamo Kiev'i eledi ve Kadıköy'deki finalde Werder Bremen'i mağlup ederek kupaya uzandı.

O sezon ve sonraki yapılanmanın sonucunda ŞL'de 2010-2011 sezonunda çeyrek final, 2012-2013 ve 2014-2015'te son 16 başarıları gördü. Evet arada Barcelona ve Bayern hezimetleri de var ama kulüp kendi seviyesinin de nereye kadar gidebileceğinin de farkında.


Asla mükemmel değiller, bizim kendimizi öyle zannettiğimizin aksine.

4.08.2015

Bir Niyet Belirteci Olarak Ibrahimovic


Aktif futbolcular arasında 3 isim say deseler çoğu insan listenin son sırasına Ibrahimovic'i koyar sanırım. Fakat işin sansasyonel tarafında hangisine ilk sıra yakışırdı? Elbette Zlatan.

Blogunda mottosundan hareketle futbolun asla sadece futbol olmadığı konusu, bu tip isimlerin varlığıyla daha da anlamlı oluyor. Bu tarz futbolcuları kadronuza kattığınızda sahadaki performanstan  çok daha fazlasını hedeflemiş oluyorsunuz; tanıtım, imaj, ekstra gelirler, motivasyon, rakipler üzerinde kurulacak psikolojik üstünlük. İş bu kavramların hepsi Galatasaray gibi kulüplerin kelime haznesinde var zaten, hedeflemesi daha ufak kulüpler için değil. Aynı noktada önce Galatasaray yönetimi, ardından Hamza Hamzaoğlu üzerinden söylenecekler de bu bağlamda zaten.

Hamza hocanın hemen her demecinde vurguladığı -Borges Blog röportajı bu noktada harika bir referans olacaktır- o meşhur 'takım dengeleri' de tam manasıyla tezatı bu yüzden oluşturuyor. Şimdi Hamza hoca için vizyonel eksiklik sözü edildiğinde kızanlar olacaktır fakat aynı Hamza hocanın Sneijder'in Hollanda'daki DK performansıyla Galatasaray'daki ilk dönemini -kondisyon eksikliği ve uyum sorunları vardı- kıyaslaması gibi bir şey bu. Evet Hamza hoca Ibrahimovic ya da benzeri bir futbolcuya ihtiyaç olmadığını söyleyebilir ve kendince haklıdır da ama insanların da Hamza hoca ve yönetime hedeflerini, planlamalarını sorma hakkı da doğuyor otomatik olarak:

1) Eğer Galatasaray'ın mevcut hedefi Avrupa'da başarılı olmaksa eldeki kadronun geçen sezon ŞL'de hezimete uğrayan kadrodan ekstrası nedir?

2) Eğer Galatasaray'ın mevcut hedefi geçen sezon olduğu gibi ligde başarılı olmaksa Podolski transferi başta olmak üzere diğer transferler neden yapıldı?

3) Hamza hoca Galatasaray'ın geleceğini inşaa ediyorsa mecvut kadronun ve transferlerin yaş ortalaması bu planlamaya ters değil mi?


Ibrahimovic olur ya da olmaz ama Galatasaray'ın bu tip bir transfer için bütçesi var ve olmak zorunda. Eğer siz Sabri Sarıoğlu'na astronomik bir zam yapıp sezonu 3-4 maçla -ki onlar da ya hazırlık ya da formalite maçları- geçiren Eray İşcan'a o maaşları verebiliyor, 1 sezondur futbol oynamayan Ingiltere ikinci lig futbolcusu Jem Karacan'a ciddi ücretler ödeyebiliyorsanız burada bir sıkıntı var demektir. Bu isimler size sahada ve saha dışında ne katacak, bu ücretleri ödemek yerine alınacak bir Ibrahimovic neler katacak oturup düşünmek bile zaman kaybı.


Şayet yarın oynanacak Shakhtar - Fenerbahçe maçından çıkacak sonuca göre bu transfer açıklanacaksa bu gönderme dolu ve stratejisi yüksek bir transfer hamlesi olur ve ezeli rakibin gardını düşüren bir hamle olarak da sezona damgasını vurur. Fakat Galatasaray bu transfer mantığıyla devam edip yaşı geçkin piyango futbolcuları toplamaya devam ederse Hamza hocanın ''Ben takımın geleceğini düşünüyorum'' söylemi de havada kalır. Dursun Özbek konusunda konuşmak için hem çok erken, hem geç gibi. İleride yazarız.


Rotamız 31 Ağustos!

11.07.2015

Van Persie Fenerbahçe'ye Ne Katar?



Büyük transfer.

Bundan yaklaşık 3 yıl önce yazdığım yazıda Van Persie'nin Fenerbahçe'yle anılması hakkında yazmıştım. O dönemden bu zamana kadar değişen paramterler çok fazla ama isim aynı isim. Bu tarz trasnferler, bilhassa ligimiz için değerlendirilirken olaya biraz daha farklı bakmak gerekiyor.

Öncelikle Van Persie yetenekleri itibariyle Fenerbahçe'nin ulaşacabileceği en iyi golcülerden birisi, belki de en iyisi. Son vuruşlardaki başarısı sezonu 20 ve üstü bir golle bitireceğinin garantisi diyebiliriz. Yine de Van Persie'nin Türkiye'ye başarı parolasıyla gelmediği de açık, neticede kariyerinde kupalara çok alışık olmayan ve piyasası olan bir futbolcudan bahsediyoruz. İngiltere, İspanya, Almanya ya da İtalya liglerine gitmek yerine Türkiye'yi; üstelik 2 yıldır Avrupa kupalarına katılamayan bir takımı tercih etmesi düşündürücü. Transferdeki tek düşündürücü kısım bu olsa da Van Persie'nin Fenerbahçe'ye en büyük ve radikal katkısı saha dışında, yarattığı imajla olacak. Bu sadece Fenerbahçe için değil, Türk futbolu için de önemli bir hamle. Takıma bu konuda zerre katkısı olmayan yerli/yabancı oyuncuların senelik maliyeti 1.5-2 milyon euroları bulurken Van Persie'nin senelik maliyetinin 5-6 milyon euroyu bulması kimse için lüks olmayacaktır. United cephesinde ise maliyeti giderek yükselen Van Persie'yi iyi bir bedellle elden çıkarıp forvete takviye yapmak mantıklı bir hamle.

Bütün bu konuların ötesinde bu transfer 32 yaşındaki bir Van Persie'nin piyasa değeri yüksekken yaptığı son transfer de olacak. Yani Fenerbahçe'nin Van Persie'nin satışından kar etmek gibi bir şansı yok ama bunun hedeflendiğini de düşünmüyorum, zaten buna gerek olmayacak.



Özetle Fenerbahçe yönetimi Van Persie transferiyle büyük bir iş yaptı. Kumar diyebileceğimiz transferlerle geçen sezonlardaki harcamalara bakınca bu tip 2-3 oyucuya ödenecek büyük miktarlar 3 büyüklere zarardan çok yarar sağlayıyor. Van Persie de bu katkının ötesinde rakip taraftarların bile Fenerbahçe maçlarını izlemesine sebep olacak bir oyuncu.

9.07.2015

Arda #6


Arda Turan'ın Barcelona'ya transferi için çok şey söylenebilir ama benim dikkatimi en çok çeken konu forma numarası oldu: Xavi's 6.

Bu Rakitic'in Fabregas'ın 4 numarasını giymesi gibi bir şey değil; kocaman bir camianın son yıllardaki en önemli isimlerinden birisinin formasını ertesi sene sırtına geçirmek demek. Arda'nın bunun altından kalkacağına hepimiz inanıyoruz ama bilgisayar oyunlarında Barcelona'yı seçtiğimizde 6 numaranın Arda olacak olması hala şaşırtıcı.

Yürü be koca kafa!

Atletico'nun Forvet Hesabı


Atletico Madrid, bir transfer klasiği olarak forvet hattına yetenekli bir ismi dahil etti: Jackson Martinez.


Fikir güzel fakat daha önceki transferlere baktığımızda Forlan hariç bu yaşta bir forvete (Forlan da Martinez gibi 28 yaşında takıma katılmış, şanslı bir transfer sonrası 32 yaşında Inter yolunu tutmuştu) böyle bir ücret ödememişlerdi. Atletico'nun ihtiyaçlarına uygun bir forvet olduğu tartışmasız fakat 35 milyon Euro ödenen 28 yaşındaki bir oyuncuyu elinden çıkarabilir mi göreceğiz.

3.07.2015

Satılık Penaltı Noktası

PSG kulübü geçen sezon Parc De Princes'de yer alan penaltı noktasını satışa çıkardı. Ürünü yaklaşık olarak 4.500 euro bedel ödeyerek almak mümkün.

26.05.2015

20 Sevinç 4 Yıldız



Üçüncü yıldız gibi dördüncü yıldızı da ilk Galatasaray taktı,  koreografiden 1 gün sonra hedef de yerini bulmuş oldu.

Bu şampiyonluk Ünal Aysal'dan Prandelli'ye, Hamza Hamzaoğlu'ndan Duygun Yarsuvat'a kadar herkesin payı olan bir şampiyonluk. Kultu olsun.

25.05.2015

Hamza Hamzaoğlu ve Bilic: Şampiyonluk Şarkısı


Maç efsanevi bir koreografiyle başladı.


İki takımı bütün verileriyle ortaya koyduğumuzda hangisi ağır basar? Kadro kalitesi, teknik direktörler, yönetim, gelenekler, stadyum, finans, tarih...

Beşiktaş'ın diri futboluyla 32 hafta sürdürdüğü yarışı hayati bir derbi öncesi Konya'da bırakması tesadüf değildi. Genç bir kalecinin sosyal medyada paylaştığı bir cümleyle (Galatasaray'ın golüne yönelik olarak eleştirisi) başlayan ve Bilic'in risk yönetimini başaramadığı bir noktada son bulan maratonu Galatasaray daha faydacı biçimde sürdürüyor.


Takımlar sahaya 4-2-3-1 dizilimiyle başlayıp yer yer değişti değişmesine ama Galatasaray bunu o kadar bilinçsiz ve plansız yaptı ki: oyunun bilhassa son 40 dakikasında (ilk yarının başlama düdüğünden sonraki 5 dakika ortada kaldı) tamamen Beşiktaş'ı izledik. O bölümde Beşiktaş değil de başka bir takım olsaydı -Arsenal örneği açık- maçın skoru da farklı olurdu.

Kadrolara baktığımızda iki takım için de çok büyük yanlışlardan bahsedemeyiz. Belki Galatasaray'da Hamit yerine Emre Çolak 11 başlayabilir, oyunun ilerleyen bölümlerinde top saklaması için oyuna dahil olabilirdi. Neticede oyuna iyi başlayan ve bunu devam ettiren Beşiktaş oldu ki baskı altında olmadığı zamanlar çok iyi futbol oynadığını herkes biliyor. Sanırım bu durumdan haberdar olmayan ya da olmak istemeyen tek isim Hamza Hamzaoğlu'ydu; oyununun başından sonuna kadar neredeyse hiç müdahele etmediği gibi ilk değişikliğini 65. dakikada Burak Yılmaz - Umut Bulut olarak yaptı. Umut Bulut'un oyuna Burak Yılmaz'dan fazla ne kattığı da ortada.

Beşiktaş'ın maç boyunca koşu bandı gibi kullandığı sağ kanatta Telles'e müdahele etmemek neyse ama Telles'in önündeki koridoru daraltmamak faciaya davetiye gibiydi. O bölgeye yardım etmek hevesiyle Melo'nun iki katı efor sarf etmesi yersiz pozisyon ve faullere de sebep oldu. Aynı şekilde Sneijder'in gole kadar üçüncü bölgede topla neredeyse hiç buluşamamasında da bu hatanın payı vardı. İşin ilginç tarafıysa Hamza hocanın bütün bu olanları izlemekle yetinmesiydi.

Beşiktaş'ta Atınç, tecrübe eksikliği sebebiyle 1-2 pozisyon hariç kusursuz oynadı. Hatta o kadar agresif ve iyi oynadı ki; 1 pozisyonu hariç (hakem faulü verdi) Burak Yılmaz'a adım attırmadı. Bu noktada Burak'ın oyundan çıkarken verdiği tepki ''Benim yerime Umut'u mu alıyorsun?'' değilse haklı olduğunu da söyleyemem.
Diğer tarafta Opare bu kadar diri oynarken üstüne giden bütün Galatasaray oyuncuları topu rakibe vermek zorunda kaldı. Bu kısımda Hamza Hamzaoğlu'nun neden Bruma'yı tercih etmediği -kaldı ki Galatasaray neredeyse bütün oyunu kendi sahasında kabullendi- muamma. Galatasaray adına oyun tam bir Squasha dönüştü; kanatlardan gelen bütün ataklar ya kaleye bir şutla sonuçlanıyor ya da göbekte Melo'nun da katkısıyla duvara geri dönüyordu. Galatasaray kontra atakla ilerletmeye çalıştığı oyunda bunu yapabilecek oyunu ve oyuncuları da kullanmayınca konu kabusa dönüştü.

Beşiktaş'ta Bilic'in maça Olcay'la başlamaması doğru hamleydi fakat Oğuzhan tercihi hatalıydı. Zaten kalan değişiklikler de eldeki oyuncularla son çırpınışlardı. Skor 1-0 giderken Beşiktaş'ta Demba Ba girdiği pozisyonlardan birisini gole çevirseydi maçı da Beşiktaş kazanırdı. Hamza hocanın maç sonundaki ''Beşiktaş bizden daha iyi oynadı'' cümlesi de aslında kendine yaptığı samimi bir eleştiriden de öte ihbar niteliğinde oldu.

Maç boyunca Galatasaray'ın attığı goller dahil olmak üzere planlı programlı tek bir pozisyonu olmamasını kazanmak zorunda olduğu ve temkinli çıktığı bir maç atmosferine bağlamak mümkün fakat bu kadar çok pozisyon vermenin ve önlem almamanın bir açıklaması olamaz. 4-5-1'den bozma taktiğin tezahürü de esasında bu -italyanlar bunu sıklıkla yapar- ama bu taktikte topun sizde kalmasını sağlayacak bir unsur ve rakibin kanatları kullanmasına mani olacak bir anlayış da şart. Aynı şekilde Mourinho'nun zaman zaman 4-6-0'a dönen o meşhur kilidi de bunun üzerine kuruludur ama orada bu tip pozisyonlar vermeden rakibi çizgilere itersiniz.


Günün sonunda kazananın Galatasaray olması ne bugün ne de yarın için olumlu bir işaret değil. Ligin bu haftaları kazanmanın mecburiyete dönüştüğü ve önem kazandığı dilimler olsa da rakibin 4-5 net gol pozisyonuna girmesini açıklamıyor. Galatasaray bireysel yetenekli oyuncularının golleriyle maçı kazandı ama bu 90 dakikanın da, ligin de hakkı Beşiktaş'ın olarak hafızalara kazındı.


Yıllardır hayranlıkla izlediğim Sneijder'in hemen her hafta olağanüstü gollerini Galatasaray forması altında atması da ayrı bir keyif benim adıma. Kıyaslamak gibi de olabilir fakat doğruya da yanlış diyemeyiz:

Günay Güvenç: ''Haftaya kalede üzerine gelen topta elini çeken bir kaleci olmayacak''
Sneijder: (Beşiktaş'a golü olmadığının hatırlatılması üzerine) ''Bunu haftaya göreceğiz''

Günay, Torku Konyaspor maçında kornerden, Galatasaray maçında 2 gol yedi.
Sneijder, Beşiktaş maçında gol attı.

Futbol adaletsiz bir oyun değil, sadece futbolcular farklı.








3 Büyükler ve 33 Hafta



Futbolun adaleti hem yok, hem var.

Ligimizde 33 hafta geride kaldığında 3 büyüklerden en akıcı futbolu oynayan ekibin üçüncü, en plansız takımın liderliğini izliyoruz. Ligin seyrinin hep bu ölçüde ilerlemesi. Lider hemen her hafta değişiyor ama yarışı temel unsurlarıyla etkileyen bir şey yok. Çünkü 3 büyük takımın da zaafları var. Konuya Fenerbahçe ile başlayalım.


Fenerbahçe

Bazı takımları hocalar, bazı hocaları takımlar taşır. Özellikle Türkiye gibi futbolun saha dışında fazlasıyla etkin olduğu ülkelerde futbolu en az teknik direktörler yönetir. Bana kalırsa Fenerbahçe'nin geçen sezon da dahil yaşadığı şey tam olarak bu. Nasıl ki Ersun Yanal kazanma alışkanlığı olan bir hoca değilken Fenerbahçe sezonu bu alışkanlığıyla tamamladı, aynı şekilde İsmail Kartal'ın Fenerbahçe macerası da böyle.
Fenerbahçe ligin başından bugüne kadar Mehmet Topal, Caner Erkin, Sow, Webo, Emre Belözoğlu gibi takımın bel kemiği isimleri haricinde kesin bir plan ortaya koyamadı. Geçen sezon maçlarını orta sahanın müthiş baskısı ve temposuyla domine eden Fenerbahçe'nin bu sezonu daha çok bitirici ayaklara teslim etmesi de bu yüzden. Planın tamamen dışındaki bir Diego'nun dahiliyetiyle Alex sevdasına düşmenin de faturası bu. Fenerbahçe son hafta şampiyon da olabilir, bugün puan kaybedip son haftaya Galatasaray'ı şampiyon da sokabilir ama gidişatın doğru olmadı açık. Diğer iki büyüğün de yaşadığı gibi B planı olmayan bir teknik direktörle buraya kadar gelmenin sebebi de ligin kalitesizliğinden ibaret. Oysa İsmail Kartal, rüzgarı arkasına almanın bir adım önüne geçip taşları yerinden oynatmaktan vazgeçseydi Fenerbahçe ligi yine domine edebilirdi. Zira lig kalitesinin üstünde bir orta saha fiziği ve kanatları olan Fenerbahçe, standart baskıcı futboluyla da ipi rahatça göğüsleyecekti. İşin bu kısmında İsmail Kartal biraz çekingen davranarak topu futbolculara bıraktı ve gitti. Zaten evindeki Galatasaray ve Beşiktaş derbileri de futbolcularının mahareti.


Beşiktaş

Beşiktaş bahsedildiği gibi ligin kadro kalitesi kötü takımların biri değil. Beşiktaş'ın mevcut kaleci triosu bile ligin ilk ikisinde. Bu konuda Galatasaray'ın Muslera'sız neler yaşadığı malum. Defans dörtlüsü için tabiki bir şeyler söylenebilir ama temposu bu seviyedeki ortalama yarışmacı bir lig için yetersiz olduğunu söylemek zor. Üstelik Fenerbahçe'nin defans bölgesinde yaşadığı sakaklıklar, Galatasaray'ın beklerinin yetersizliği ve stoper bölgesindeki sakatlıkları da göz önüne alındığında işler karışıyor. Böyle bir tabloda Bilic'in topu ileri hızlıca taşıyabilen orta sahaları ve bitirici ayakları da iş görüyor. Açıkçası ben sakatlıklardan arınmış bir Mustafa Pektemek'in harika işler yapabilecek potansiyelde olduğunu bile düşünüyorum. Kaldı ki yetenekleri fakrlı yönde aşırı abartılsa da sırtı dönük oynamayı çok iyi bilen bir Demba Ba faktörü de açıkça ortada.

Beşiktaş'ı buralara getiren ama sonuca gitmesine mani olan faktör ise hepsinden daha önemli; Beşiktaş yönetimden teknik heyete, futbolcusundan basınına kadar bu yükü kaldıracak seviyede değil. Risk altında oynadığı neredeyse bütün maçları kaybeden Bilic (işin bu kısmında sorumlu kendisi) derbilerde de bu hep bu yüzden başarısız oldu. Dün oynanan Galatasaray derbisi de dahil olmak üzere doğru kadroları çıkaran ama B planı olmayan bir hoca olarak öğrenme sürecini Beşiktaş'ta geçirmesi de ufak bir talihsizlik. Oysa Bilic'in rakibi abandone eden futbolu (hızlı, kanatları kullanan ve ileride top tutabilen anlayış) Beşiktaş'ı mevcut yarışın son 2 haftasına kadar getirdi.

Dün oynanan Galatasaray - Beşiktaş maçı da aslında ligin özeti gibiydi; Beşiktaş oynadı, Galatasaray gol attı. Futbolun adaletini biraz da ne kadar arzuladığınız belirliyor ve Galatasaray şampiyonluğu Beşiktaş'tan daha çok arzuladı. Bu maçta da gördüğümüz üzere baskı altında olmayan bir Beşiktaş, rakiplerine kabus yaşatabiliyor. Fakat kazanmak başka bir noktada başlıyor.

Hepsinden öncesinde Bilic takımını rehabilite edemedi. Hemen her derbide kart rekoru kıran, futbol dışında agresif bir takımı oyun içinde yönetecek hamleleri de yapamadığı için ülkeyi derbi zaferi alamadan ve kupasız terk ediyor.


Galatasaray

Lider Galatasaray'da Hamza hocanın takımın başına geldiği Aralık ayından itibaren Galatasaray ciddi bir kazanma yüzdesine sahip. Ligde 16 maçta 11 galibiyet, 3 beraberlik 2 mağlubiyet almış. Geldiği günü Gaziantep deplasmanı da baz alsak 11 hafta sonunda puan durumu:

Beşiktaş 23
Galatasaray 22
Fenerbahçe 21
Mersin İY 20

Tarihin en kötü futbollarından birisini oynayan Galatasaray'ın o haliyle bile liderin 1 puan gerisinde olduğu sezonda biraz da rakipleri konuşmak lazım. İlk haftaları baz almak anlamında söylemiyorum ama Mersin'in 20 puan aldığı bir tabloda 3 büyüklerle arasında 1-2-3 puan fark var. Üstelik Galatasaray ve Fenerbahçe sezona yeni hocalarla girmiş, takımlar kondisyonlarına kadar kötü.
Mevcut noktada Galatasaray'ın o dönemki en verimsiz oyuncularının başında Selçuk İnan geliyor. Selçuk'un iki italyan hocayla da uyumsuzluğundan bahsetmeye bile gerek yok sanırım. Bugüne geldiğimizde ise Selçuk'un sadece skorer anlamdaki katkısı bile muazzam.

Bütün bu verileri ele aldığımızda Hamza Hamzaoğlu başarılı mıdır? Evet. Fakat benim için bu başarı İsmail Kartal'ın başarısından öte değil. Elbette Hamzaoğlu'na sezon başı kampı da dahil olan bir sezon verip öyle bakmak lazım ama Galatasaray'daki 6 aylık görevindeki taktik hamleleri onun bu koltukta efsaneler arasına girmesini engelliyor.

Hamza Hamzaoğlu'nun son olarak Beşiktaş derbisindeki futbol anlayışı ve müdahaleleri şaşırtıcı derecede kötüydü. Bu maçı detaylıca başka bir blog yazısında yazarım.


Finaldeki Çizgiler

3 büyükler içindeki en iyi hoca Bilic sezon sonu takımdan gönderiliyor. Yarışmacı bir hoca olmayacağı açık, bundan sonraki kariyerinde de inanılmaz başarılara imza atacağını düşünmüyorum ama yapabileceği en iyi tercihin orta sıralardaki bir ingiliz takımı olacağını düşünüyorum. Zaten sezon içinde ingiliz takımlarıyla oynadığı maçlardaki performansı da buna uzak olmadığını gösteriyor. Beşiktaş'a bakarsak gelecek sezon başarılı olmak istiyorsa kriterlerine uygun bir hoca bulmak zorunda -Bilic'ten daha uygun bir isim kolay olmayacak- bekleyip göreceğiz.


Fenerbahçe'nin lig yarışı bitmedi ama hoca yarışı daha şimdiden başladı. Yönetim her şeye olduğu gibi buna da tepki verip bir yıpratma politikası olarak algılıyor olsa bile ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Üstelik Fenerbahçe yönetiminin böyle bir sezondan sonra hoca değiştirmeyeceğini düşünmek hayalcilik olur. Basında Klopp ve Ancelotti isimlerini konuşuluyor fakat ikisi de zor ihtimaller. Bana kalırsa Klopp'un sezon içindeki Türk futbolu tespitleri ve gelişime açık kariyeri ihtimali sıfırlıyor. Ancelotti'nin de Real Madrid'den sonra -ki uzun zamandır beklenen bir ŞL kupası rozeti de var- tercihinin Fenerbahçe olması zor. Fenerbahçe'ye Ligue 1'dan bir hoca gelebilir, isabetli de olur.

Sezon sonunda ipi göğüsleyen taraf olur mu, şampiyonluğu ve dördüncü yıldızı ezeli rakibine mi verir bilemiyorum ama kadroda da revizyon olacaktır.


Galatasaray'ın Hamza Hamzaoğlu tercihi biraz daha duygusal, futbolcuların hislerine yönelik bir tercih gibi duruyordu. Açıkçası fikrim değişmedi, hala aynı şeyi düşünüyorum. Tabi bu durum bu tercihin ligin ortasında yapılabilecek yegane değişiklik olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Yine de hedefi avrupa olan bir Galatasaray'ın berbat geçen bir ŞL sezonundan sonra takımı Hamza Hamzaoğlu'na emanet etmesi de kumar olacak.
Türk futbolcusunun yabancı hocalara tavrını düşünecek olursak bilhassa Mancini, Prandelli gibi ekol sahibi hocaların uyumsuzluğu da ortada. Prandelli döneminde sahada yokları oynayan Selçuk, Yasin gibi isimlerin performanslarındaki yükselişi de direkt olarak hocaya bağlamayı doğru bulmuyorum. Bir futbolcunun saha içinde koştuğu mesafeden pas yüzdesine kadar bütün verilerinin bu kadar değişkenlik göstermesi mümkün olmadığı gibi samimi de değil. Gelecek sezon Galatasaray için de ilginç olacak.