Beşiktaş 3 : 3 Galatasaray
Maç öncesi ve sonrası herkesin dilinden olan "bütün paranı hangi takıma yatıracaksın deseler düşünmeden Galatasaray derim" geyiğine girmeden başlamak istiyorum. Ben maçı 3 ana kısımda inceleyenlerden olucam ;
Giriş
Galatasaray kaldığı yerden devam ediyor ; 2'ye 1 oyunları , hücum varyasyonları , üretilen pozisyonlar , duran toplar , başarılı paslar ve dahası. Oyunun özellikle ilk 30-35 dakikası olmak üzere ilk yarısında tamamen Galatasaray vardı. Dakikalar 27'yi gösterirken Beşiktaş'ın 52 , Galatasaray'ın 100 başarılı pas yapması bu sistemin nasıl işlediğinin en basit kanıtı. Bu takımın ligi çok rahat götüreceğini en başından beri söylüyorum , yinelemek isterim.
Oyunun bu bölümünde maçın hakemi Bülent Yıldırım'ın Galatasaray aleyhine çaldığı 4-5 faul yersiz faul ve göstermediği kartlardan birisinin faturası Melo'nun kendi kalesine attığı gol oldu. Bu konuya girmişken Melo'nun hazır olmadığını da eklemekte yarar var.
Bu süreç içinde Veli Kavlak'ın kart görmemesi belkide mucize. Zaten bir maçta ilk kart 74. dakikada çıkıyorsa ya o maç süt gibi geçiyordur ya da hakem tansiyonu yükseltmiştir. Bu maçta ikincisi geçerliydi.
Bütün maçın gidişatını etkileyen en önemli pozisyon şüphesiz Umut Bulut'un henüz ilk dakika dolmadan kaçırdığı pozisyondu. Sanırım bir futbolcunun öyle bir pozisyonu yakalayacağı en kötü iki dönem vardır ; oyunun hemen başı ve sonu. Birisinde oyuna ısınmamışsınızdır diğerinden yorgunsunuzdur. Umut golü kaçırınca Galatasaray bir daha öne geçemedi.
İlk yarı Galatasaray'ın 4-5 net pozisyonuna rağmen yediği enteresan gollerle bitince soyunma odasına moralli giden Beşiktaş oldu.
Gelişme
İkinci yarıda daha dirençli olan taraf Beşiktaş oldu fakat bunun saha içinden çok motivasyonla alakası var. Sezona adeta "başarısızlık" parolasıyla çıkan bir takımın kaybedecek bir şeyi de olmaz , olmadı da zaten. Daha önce söylediğim gibi Beşiktaş yönetimi taraftarını kandırıyor. Beklentinin bu kadar düştüğü bir sezonda tek bir derbi bile kazansanız bu taraftara yeterli coşkuyu sağlar. Üstelik oyundan düşen bir Galatasaray'ı yakalamışken çok rahat pozisyon bulabilirsiniz ki Beşiktaş bunu yapmayı başardı.
Olayın esas dönüm noktası şu ; Beşiktaş golü bulduktan sonraki sürenin büyük kısmını zaman geçirmek için kullanarak büyük bir fırsatı tepti. Belki takım olarak hakim olan düşünce skoru koruyup Galatasaray'ı oyundan soğutmaktı fakat garip olan zaten oyundan soğumuş bir Galatasaray'a karşı frene basmak oldu.
Sonuç
İki takımın da kaybı olduğunu düşünemeyeciğimiz bir sonuç ortaya çıktı. İlk yarı açık ara üstün olan bir Galatasaray ve ikinci yarının önemli bölümlerini tehlikeli ataklar hazırlayarak geçiren bir Beşiktaş. Birisi şampiyonluğun en önemli adayı diğeri ise iddiasız. Kan çıkmasın , sonuç normal.
İki Yüzlü Olmak
Maçın önüne geçen hadise Burak Yılmaz'ın Galatasaray'a kazandırdığı penaltı oldu. Beşiktaş taraftarı Burak'ı sahtekar olmakla suçlarken eski topçularını işin içine alet ettikleri çirkin bir riyakarlık da sergilemiş oluyor. 2006 senesinde Antalyaspor'dan Beşiktaş'a gelen bu Beşiktaş'lı 21 yaşındaki çocuğu bu tribünler "başarısız" olduğu için yuhaladı , kendisini yere attığı için değil. Aradan geçen 6 sene içinde aynı çocuk Fenerbahçe ve Trabzonspor gibi 2 büyük kulüpte de aynı şeyleri yaparken kimsenin sesi çıkmadı. İşi bulandırmak istemem fakat basının daha maçın bitiminden 1 saat geçmesine rağmen "Emek hırsızlığı" diye feryat figan başlıklar atması da Türk insanının nasıl bir riyanın içinde olduğunu kanıtlıyor. Elbette kimse Burak'ın yaptığını savunamaz fakat bütün bir pisliği Burak'ın üstüne kusmak tam tabiriyle karaktersizliktir.
Örneklemek gerekirse ; Şike yaptığı kanıtlanmış ve yöneticileri ceza almış bir kulübümüz varken , yayıncı kuruluşun direkt talimatıyla yılların liginin formu değişmişken , oyuncular öne geçtikleri maçlarda oyunu soğutmak için dakikalarca yerde yatarken , taraftarlar sahaya dalıp oyunu keserken , yöneticiler maçın ortasında taraftarını anonsla azarlarken , hakemler televizyonlara çıkıp "evet alem yaptık ve x maçı bağladık" diye demeçler verirken , yorumcu sıfatıyla ekranları fanatizme boyarken kimse emek hırsızlığından bahsedemez. Üstelik emeğin böylesine çalındığı , işçilerin grev hakkına sahip olmadığı , memurların açlık sınırında yaşadığı bir ülkede milyar dolarlık bir pastanın üstündeki milyonluk adamları "emek" kelimesine sığdırmak hoş olmaz , bari bunu yapmayın.
Futbolunuz bol olsun.
Not : Emek hakkında eski bir yazım , lazım olursa.